Turan Dursun sözleri ve alıntılarını, Turan Dursun kitap alıntılarını, Turan Dursun en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İktidarın millî irade değil de, "takdiri ilahi" ile işbaşına gelip işbaşında kaldığına inandığı Türkiye gibi bir Cumhuriyette işlerin dua ile yürütülmeye çalışılması işin bir yönü.
İslamda geçerli olan bir şey var: ''Mümaşat." Anlamı; "Birlikte yürüme". İslam,
"güçleninceye dek barış içinde birlikte yürüme"yi ilke edinmiştir. Biraz "hoşgörü" yansıtan ayetler, "mümaşat dönemleri"nin ürünüdür. "Mümaşat" ilkesi, Muhammed'in "savaş hiledir" sözünden kaynağını alır daha çok. İslam, tüm insanlar Müslüman olana dek, yeryüzünü bir SAVAŞ ALANI sayar. "Barış" ve "hoşgörü" de, eğer gerekiyorsa, "savaş"ın gereği olan "hile" içindir.
"Temeli "değişmezlik' olan "din giysisi", gelişen yaşamın, çağımızın giysisi olamaz. O giysi bu gövdeye olmaz. Olmadığı, olamadığı için Türkiye Cumhuriyeti'nde "laik yasalar" kabul edilmiştir. Bundan ödün vermemek gerekir, verildiği zaman işin içinden çıkılamaz. Mollanın biri kalkar "din hükümlerini" gösterip uyulmasını ister. Uymayanları da din adına cezalandırmaya yeltenir. Ülke sınırlarını bile umursamazlıktan gelir."
"ZlKR"i (yoruma göre Kurân'ı) biz indirdik; onun koruyucuları da kesinlikle biziz."
"Kurân’ı koruma" işini, Tanrı’nın kendi üzerine alması üstüne biraz durmak gerekir. Tanrı Kur’an’ı neden "koruyor?" Ayette bu sorunun karşılığı var: "Çünkü onu biz indirdik!" Tanrı’ya böyle söyletiliyor. Ancak, Kur’an'ın "Tevrat'a ve "Incil’e ilişkin ayetleri gözönünde bulundurulduğu zaman, koca bir ÇELİŞKİ ortaya çıkıyor: Kurân ayetlerinde çok açık biçimde, Tevrat’ın, İncil’in de "Tanrı katından indirildiği" bildirilir. İslam dünyasında, bu kitapların, "zamanla tahrife uğradıkları" ve "bu yüzden yeni bir kitap olarak Kurân’ın indirildiği" inancı paylaşılır. Buna ilişkin ayetler, hadisler kanıt olarak gösterilir. Soru şu: Tanrı, "kendi indirmesidir" diye Kurân’ı koruyor da, yine kendi "indirdiği kitaplar" olan Tevrat’ı, İncil’i neden korumamıştır? Bu soruya kimse doyurucu karşılık veremez.
Evrende yaşamlarını ve topluluklarını sürdürmeye yarayacak hiçbir içgüdüsü olmayan tek varlık insandır. Bu içgüdü yokluğuna karşın insanların çok güçlü bir öğrenme yetisi vardır.
İtiraf etmek zorundayız ki, tüm İslam dünyasının toplumsal kurumlarında hep yanlış zihniyetler egemen olmuştur. Bu nedenle, ...doğudan batıya kadar İslam ülkeleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların tutsaklık zinciri altına girmiştir.
Kadın potansiyel suçludur. Kolay mı? İnsanın cennetten kovulmasına neden olan bir suç işlemiştir. Yasak meyveyi hem kendisi yemiş hem de Âdem'e yedirmiştir. Aslında yasak meyve, kadın erkek arasındaki cinsel ilişkidir. Bu ilişki sonunda sağlıklı çiftler bir tür yaratma işlevi görmektedirler. Çocuk sahibi olmayı, şeriat benzeri kurallar sadece peygamber torunlarına özgü olarak anlatmışlardır, hem de kutsal kitapta. Halk arasında bu meyvenin elma olduğu sanılır; ama aslında, özgürlükleri kısıtlama ve kadını "potansiyel suçlu" ilan etmesi nedeniyle, bu meyve ayvadır. Yiyen ise Âdem’in temsil ettiği insanların tümüdür.
"Düşünür" görünüp insan aklına, insan düşüncesine güvenmeyen, "tarım", "sanat" (zanaat), "ticaret" ve "tıp" konularında bile, "peygamber"in kılavuzluğuna başvurmanın "şart" olduğunu savunan, insanları saçmalık kaynaklarına bağlayan bu "âlim"lerin çoğu, gerçekte, "cahil"dir. Kimileriyse, çıkarlarını, insanları aldatmakta gören yüz karası kimselerdir. Toplumlar, bunlar yüzünden bilgisiz kalmışlardır, bunlar yüzünden geri kalmışlardır, bunlar yüzünden ezilmişlerdir. Bunlar ve bunların savundukları abuk sabukluklar olmasaydı; kitleler gerçekleri görebileceklerdi, gelişebileceklerdi, ilerleyebileceklerdi. Ve kendilerini, asalak yaşayanlara yedirmeyecekler, ezdirmeyeceklerdi. Kısacası, sürüleşmeyecekti kitleler. Hiç değilse bu denli sürüleşmeyecekti.
İslam'ın "ulu"larına göre de, Hıristiyanlığın ulu kişisi Saint Thomas'ın düşündüğü gibi; inanmayanlara "Tanrı" adına, "din-iman" adına ceza verilmelidir. İnanmayanlar, "kafir günahkar'lar "ölüm"e gönderilmelidirler. Hele "inancı bozanlar"! ..
Tarih üç kitaplı dinin egemenliğinde, türlü canavarlıkların, şaşılacak bir hızla tezgahlanıp gerçekleştirildiğine tanık olmamış mıdır her zaman? Bunu ortaya koyan örnekler sayısız. Yahudilik mi? Zalimliklerindeki amansızlıklarını, ilkçağdan alınabilecek, hem de rastgele alınabilecek bir-iki ömek bile ortaya koyabilir. Hıristiyanlık mi? Ortaçağ "Engizisyonundaki "yargılamalar", insanlıkdışı durumların, nasıl bir ivedilikle gündeme getirilip bitirildiğini görmek isteyenlere, "sinirleriniz dayana bilirse buyurun, işte örnekler, tomar tomar..." diyor sanki. Müslümanlıktakini mi görmek istiyorsunuz? Bırakın "geçmiştekileri, bugünün, daha önce de değinilen Humeyni yönetiminde olanlara bakın yeter. "Nerede bulursanız, nerede yakalarsan hemen öldürün!" buyruğunun nasıl "titizlikle yerine getirildiğini rahat rahat görebilirsiniz
Fakat onlar yatmazdan önce şehrin adamları, Sodom adamları, her mahalleden, gençten kocamışa kadar bütün halk evi sardılar. Ve Lut'u çağırıp ona dediler: Bu gece senin yanına giren o adamlar nerede? Onları bize çıkar ve onları bilelim!''3 Anlaşılan "melek"ler birer "oğlan” görünüşlüydüler. "Sodom
adamları'', "atoli"lerini onlarla doyurmak istiyorlardı. Bu sırada Lut, bir öneride bulundu: "İşte benim ere varmamış
iki kızım var, rica ederim onları size çıkarayım ve onlara gözünüzde iyi olanı (dilediğinizi) yapın. Ancak bu adamlara (meleklere) bir şey yapmayın!
Öykünün bu kesimi Kur'an'da şöyle anlatılır: "... (Lut), 'Ey toplumum! İşte bunlar benim kızlarım! Onlar sizin için daha temizdir. Tanrı'dan sakının, konuklarım önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mu?' dedi. (Onlarsa) 'Senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun. Bizim şimdi ne istediğimizi de biliyorsun sen!' diye karşılık verdiler.