Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Wayne Ellwood

Wayne EllwoodKüreselleşmeyi Anlama Kılavuzu yazarı
Yazar
8.0/10
2 Kişi
6
Okunma
2
Beğeni
467
Görüntülenme

Wayne Ellwood Gönderileri

Wayne Ellwood kitaplarını, Wayne Ellwood sözleri ve alıntılarını, Wayne Ellwood yazarlarını, Wayne Ellwood yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
HALİMİZİN ÖZETİ
Bir bebeğin boğulmakta olduğunu görürseniz suya atlayıp onu kurtarırsınız. İkinci ve üçüncü bebek için de aynısını yaparsınız. Sonunda boğulan bebekleri kurtarmakla o kadar meşgul hale gelirsiniz ki, kafanızı kaldırıp bebekleri nehre atan biri olduğunu göremezsiniz.
Wayne Ellwood
Wayne Ellwood
Bir bebeğin boğulmakta olduğunu görürseniz suya atlayıp onu kurtarırsınız. İkinci ve üçüncü bebek için de aynısını yaparsınız. Sonunda boğulan bebekleri kurtarmakla o kadar meşgul hale gelirsiniz ki, kafanızı kaldırıp bebekleri nehre atan biri olduğunu göremezsiniz.
Wayne Ellwood
Wayne Ellwood
Reklam
İktisat ve Finans
Başvuru Kaynakları: ● 🌐 OEC: The Observatory of Economic Complexity, oec.world Ön Okuma: ●
Örneklerle Kolay Ekonomi
Örneklerle Kolay Ekonomi
Ekonomi 101
Ekonomi 101
: Bir Çırpıda Para ve Finans |
Bir Bakışta Ekonomi
Bir Bakışta Ekonomi
Eğitim Kitapları: ● 📕 İktisada Giriş I, Kolektif, Anadolu Üniversitesi Yayınları ● 📕 İktisada Giriş II, Kolektif, Anadolu Üniversitesi Yayınları ● 📕 Matematiksel İktisat, Kolektif,
Dünya çapında 1970'lerin sonları ve 1980'lerde gerçekleşen finansal deregülasyon, gelişmekte olan bilgisayarlı iletişimle birleşerek spekülatif yatırımların patlamasını ateşledi. Dünya Bankası, IMF ve ABD Hazine Bakanlığı, 1990'larda liberal finans piyasalarının yararlarını överek Üçüncü Dünya hükümetlerini borsalarını ve mali hizmet sektörlerini dışa açmaya zorladı.
Aşırı üretimin yarattığı asıl tehlike "deflasyon". Deflasyon istihdamda sürekli bir yükselişle beraber hammadde ve mamul mal fiyatlarında göreli bir istikrar yerine, hem ücretlerin hem de fiyatların sürekli düşmesiyle sonuçlanır. İktisadi olarak mantık basittir: Üretim kapasitesi talebi aşar, fiyatlar düşer; işsizlik artar ve ücretleri daha da aşağı çeker. Bu sürecin 1930'lardaki sonucu, fabrikaların kapanmasına, milyonların işini kaybetmesine yol açan büyük bir ekonomik çöküş oldu. Bu yıkımdan ancak fabrikaların İkinci Dünya Savaşı için silah ve diğer askeri malların üretimini hızla artırmasıyla çıkılabildi. Şimdiye kadar deflasyon olasılığının kontrol altında tutulması ABD ekonomisinin "tüketimin son kalesi" yapılmasıyla mümkün oldu.
(...) doğrudan yabancı yatırımların önemli bir kısmı şirketlerin devlet işletmelerini satın alması, yerel şirketlerden hisse alımı veya mali birleşme ya da satın almalardan oluşuyor. Sınırötesi birleşme ve satın almalar 1997'de toplam doğrudan yabancı yatırımların % 59'unu oluşturuyordu. Bunların hiçbiri yeni üretken faaliyetler yaratmıyor, hatta birleşmelerden sonraki küçülmelerden ötürü net bir istihdam kaybı bile olabiliyor. Çokuluslu şirketler kârlarını kendi denizaşırı merkezlerine aktardıkları için, artan yabancı yatırımlar net döviz kaybına da yol açabilir. Yabancı bir yatırımcı, esas olarak yerel pazarlar için üretim yapıyor, özellikle de ithalatı ikame etmek yerine yerel üreticileri yok ediyorsa, bu, ödemeler dengesi sorununu ciddi ölçüde ağırlaştırabilir. Diğer bir deyişle, önemli olan doğrudan yabancı yatırımların miktarından ziyade niteliği. Ulusal hükümetler yurttaşlarına net yarar getirecek yabancı yatırımları seçerek toplam etkisi olumsuz olacak yatırımları reddetmeliler. Yabancı yatırımlar spekülatif faaliyetlere değil de üretken faaliyetlere kanalize edildiği takdirde, ulusal kalkınmaya olumlu bir katkıda bulunabilir. Şu anda ise, serbest ticaret düzenlemeleri ve çift taraflı ticaret anlaşmaları, imzacı devletlerin elini kolunu bağlayarak, egemenlik haklarını kısıtlıyor ve yatırımların niteliğini etkileme güçlerini azaltıyor.
Reklam
Uluslararası düzeyde, 1994'te, Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) denetimindeki Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) oluşturuldu. GATS'ın hedeflerinden biri, kamuya ait sağlık sektörünü "sağlık sanayii'nin parçası olarak sınıflandırmak ve eninde sonunda, özel şirketlerin egemen olduğu Amerikan modeline paralel bir biçimde bütünüyle ticarileşmeye açmak. ABD'deki kar amaçlı sağlık sektörü, denizaşırı genişleme yolunu açmak için lobi faaliyetlerini sürdürüyor. ABD Hizmet Sektörleri Koalisyonu'nun Kasım 1999 tarihli bir belgesi, Washington'ın DTÖ'ye "daha fazla özelleştirmeyi teşvik etmek" ve "sağlık hizmetlerinin ülke dışından sağlanmasına olanak veren ulusal düzenlemeleri ve piyasaya erişimi" sağlamak için baskı yapmasını salık veriyordu, Nihai hedef açıkça ifade ediliyordu: "Sağlık hizmetlerinde yabancıların çoğunluk payına sahip olmasına" izin verilmesi.
IMF ve Dünya Bankası'nın sermaye akışını tersine çevirdiği (diğer bir deyişle Üçüncü Dünya'dan verdiğinden çok daha fazla para almakta olduğu) gerçeği, bu kurumların yardım için faaliyette bulunduğuna inananların aklını başına getirdi. (...) Yirmi yıllık yapısal uyum sadece borç krizini çözmekte başarısız olmakla kalmadı, milyonlarca insanın acı çekmesine ve zenginle fakir arasındaki uçurumun büyümesine neden oldu. Washington merkezli bir grup olan Development Gap'in 1999'da yaptığı bir çalışma, Yapısal Uyum Programları'nın 70'ten fazla Afrika ve Asya ülkesinde 1990'ların başındaki etkisini inceliyor. Çalışmaya göre, bir ülke Yapısal Uyum Programı'nı ne kadar uzun uygularsa borcu o kadar artıyor. Development Gap, Yapısal Uyum Programları'nın "ülkeleri borç, uyum programı, zayıflayan bir yerel ekonomi, artan savunmasızlık ve daha fazla borçtan oluşan trajik bir döngüye ittiği" uyarısında bulunuyor. Garip ve utanç verici bir manzarayla karşı karşıyayız. Afrika'nın dış borcu, Dünya Bankası ve IMF'nin ulusal ekonomileri yapısal uyum programlarıyla yönetmeye başlamasından bu yana % 400 arttı.
IMF ilk "resmi" Yapısal Uyum Hizmeti'ni 1986'da başlattı. Dünya Bankası da onu izledi. 1989'a gelindiğinde banka, bu süre içinde IMF'den de benzer krediler almış ülkelerin % 75'ine uyum kredileri vermişti. Bankanın koşulları IMF'nin mali "liberalleşme" ve açık piyasalar reçetesini hem genişletti hem de güçlendirdi. Bunların arasında kamuya ait işletmelerin "özelleştirilmesi", kamu sektöründe kitlesel işten çıkarmalarla devletin küçültülmesi ve giderlerinin azaltılması, temel toplumsal hizmetlerde kesinti yapılması, temel gıda maddelerine sübvansiyonun kesilmesi ve ticaretin önündeki engellerin azaltılması yer alıyordu.
Reklam
Petro-dolar kredileri kimi durumlarda yanlış hesaplanmış şatafatlı projelerde israf edildi. Kimi zaman da çalındı ve Üçüncü Dünya seçkinleri tarafından, krediyi veren aynı Kuzey bankalarındaki kişisel hesaplara aktarıldı. (...) 1960'ların ortalarından 1980'lerin ortalarına kadar despotizm Latin Amerika'yı istila etti ve gittiği her yerde çeşit çeşit kirli dolaplar çevirdi. (...) Jubilee araştırmacıları, Üçüncü Dünya'nın toplam borcunun neredeyse dörtte birinin (yaklaşık 500 milyar dolar) 25 ayrı ülkede diktatörleri ayakta tutmak için kullanıldığını ortaya çıkardılar. (...) Bu dönemde IMF, ödemeler dengesine geçici yardım için kapısını çalmak zorunda kalan ülkeleri, sıkı politikalar uygulamaya zorlayan bir kurum haline geldi. 1970'lerde ve 1980'lerin başında IMF kredileri, hükümetlerin, Güney ülkelerinin nerede yanlış yaptıklarına ya da yanlışlarını nasıl düzelteceklerine dair kendi fikirleri olan IMF ekonomistlerinin tavsiyelerini izlemeleri koşuluna bağlıydı.
Bazı Üçüncü Dünya ülkeleri, çok önemli kaynaklara sahip olmalarından yararlanarak, Avrupa ve Kuzey Amerika'daki sanayileşmiş ülkelerle pazarlık güçlerini artırmanın yollarını aramaya başlamışlardı. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) gibi gruplar işbirliği içinde bir araya gelerek, petrol arzını kontrol edip fiyatları yükselterek, küresel
1930'lardaki bunalımla beraber, ülkeler ticaret yaptıkları ülkeler karşısında "rekabet üstünlüğü" kazanmak (yani ihraç mallarını ucuzlatmak) için paralarını "devalüe" etmek amacıyla altın standardını peş peşe terk etmeye başladılar. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD, doların değerini altının bir onsunun 1/35 ine (0,9 gr) eşitledi; ancak bundan böyle nakit sahipleri paralarının karşılığını altın olarak isteyemeyeceklerdi ve altın paralar yasaklandı. Daha sonra 1973'te ABD Başkanı Richard Nixon, Amerikan altınının yabancıların ellerindeki dolarlarla sabit orandan değiştirilmesini askıya aldı. Altın böylece, diğerleri gibi fiyatı arz ve talep tarafından belirlenen bir metaya dönüştü. Birçok ülke (ve IMF) elinde yüklü altın rezervleri tutmaya devam ediyor ve zaman zaman da açık piyasada çeşitli miktarlarda altın satışa çıkarılıyor; ancak satıcılar, piyasayı boğarak uluslararası altın fiyatını düşürmemek için dikkatli davranıyor.
Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) / Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ): GATT küresel ticareti yönetecek bir kurallar dizisi belirledi. Amaç ulusal ticaret sınırlamalarını azaltmak ve İkinci Dünya Savaşı öncesinde küresel ekonomiyi kösteklemiş olan rekabetçi ticaret politikalarına son vermekti. GATT anlaşması çerçevesinde gümrük
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.