Şöhret tek başına bir şey ifade etmiyordu. Şöhret aşk gibi ya da açlık gibi ya da yalnızlık gibi insanın içinden yükselen ve dışarıdan görülmeyen bir duygu değildi. Başkalarının zihinlerinden gelen, tam anlamıyla dışavurumcu bir şeydi.
Zaman gökyüzünde ilerleyen bulutlar gibi geçiyor. Haftalar ve günler sanki tek bir günmüş gibi geçiyor. Aynı saatin farklı dakikalarında yaz sonbahara, kış bahara dönüyor.
Ağlamak üzere. Clara ona böyle dolu dolu, içtenlikle ve ardına kadar açık kapılar gibi görünen gözleriyle baktığından beri kimse ona öyle bakmadığı için mi acaba?
İkisi de Agatha Christie'ye düşkün.
(...)
Biri son gelen kitabı okumaya dalmışken diğerinin onu rahatsız etmemesi gerektiğini gayet iyi biliyor karı koca.