Kitapta beş farklı hikâye var. Her hikâye hüzün ve yalnızlık dolu. Hepsinin ailesinde eksiklik olan beş farklı ve yalnız karakterler. İnsan yalnız olunca, yol gösterecek biri de olmayınca kendi içine dönüyor, kendi düşünceleri arasında kayboluyor. Umut hep kırık dökük, hayatın anlamını başka şeylerde arıyor. Yazarımız da bize bu yalnızlıkta düşündükçe kaybolanların hikâyesini anlatmış. Düşündükçe düşenlerin hikâyesi…
-Yetimhanede büyüyüp o mahalledeki kız için hemen yurdun kenarında ev tutan kitap sevdalısı Behçet,
-Herkesin her şeyinde gözü kalan ve en yakın arkadaşının aşkına sahip olmaya çalışan Yasemin,
-Fas’tan aşkı için ülke değiştirmeye karar veren Alya,
-Hırslarının kurbanı olan Ayşe,
-Travmatik bir çocukluk geçiren Nihavent Beste…
Hepsinin anlatacak bir hikâyesi var. Ama bunlar mutlu olan hikâyeler değil, derin yaraların açıldığı, yüreğinizi sızlatacak türden hikâyeler. Hayata tutunmaya çalışan, çırpınan, çırpındıkça düşünceleri arasında kaybolan, sevgiyi arayan insanlar.
Yazarın okuduğum başka bir kitabında şöyle bir sözü vardı: “Hiçbir insan öylesine girmiyor hayatımıza; kimileri ceza, kimileri bela, kimileri imtihan, kimleri ise armağan.” Kitabı okuduktan sonra bu sözü geldi aklıma, sanki bu kitabı özetliyor gibiydi sözü. Yazarın dilini daha önce okuyanlar bilir sizi düşünmeye sevk eden, öğüt veren, hayatın gerçeklerin ışık tutan bir sözleri var. Bu kitapta da bu sözlerine bol bol rastladım. Benim için hüzünlü ama güzel bir okuma oldu.