“Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu,
Ezelden gam turabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu,
Gelen gider giden gelmez iki kapalı handır bu,
Sakın insaf’ı terk etme makamı imtihandır bu.”
‘Yavuz Sultan Selim’
Önce kalbi dokumak; hem de kalpten dokumak gerek, bir muammadır insan hece hece; onu kalpten okumak gerek. Onu da Allah yarattı deyip Yaratan Rabbinin adıyla okumak gerek…
Muhammed Kutub, Kur'an'ın kendine has bu tefekkür dokusunu veciz bir şekilde şöyle anlatmaktadır: "Gökyüzü, yeryüzü, Güneş, Ay ve yıldızlar, korkunç semavi cisimler, feza denilen boşluğa fırlatılmış âlemler, gece ve gündüzün birbirini takip etmesi, aydınlık ve karanlık... Ufuklarda küçücük ve güçsüz bir hat şeklinde, aydınlık bir ip gibi beliriveren hilalin dönüp Ay haline gelişi, sonra basamak basamak giderek eski bir hurma dalı gibi kaybolup gidişi, şimşek, yıldırım, kasırga, fırtına, yağmur ve bulut... Yeryüzü ve sarp dağlar, vadiler ve nehirler... Karalarda dolup taşan, denizlerde yüzüp giden ve birbirine benzemez hadsiz hesapsız varlıklar... Ve her varlıkta ayrı bir şekil arzeden engin dikkat ve itina... Güneş sistemimiz ve gök cisimlerinin hareketi, korkunç ve karanlık boşluklarda bir kıl payı bile şaşmayan engin nizam... Yeryüzünün kara bağrından fışkırıp da çamurları delerek aydınlığa kavuşmak isteyen tane... Yumurtasında dönüp duran, etrafı seyre dalan şu küçük kuş yavrusunun, annesinin gagasından aldığı besin... Yapısı son derece farklı, renkleri son derece parlak bir tel tüy... Ve gözün ilişip de duygunun kavradığı her şey... Her şey..." Özetle kainat her zerresiyle insanı Yüce Allah'ın kudreti üzerinde düşünmeye davet etmekte; O'na bağlanmaya ve itaat etmeye çağırmaktadır.
İnsanın kendi benliği üzerinde tefekkür etmesi, bir yandan kendisinin âlemde ne kadar özel bir varlık olduğunu fark etmesini sağlarken öte yandan kendi kendine yeten "kıyâm bi nefsihî" bir varlık olmadığını da anlamasına yardımcı olur.