Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yonca Anzerlioğlu

Yonca AnzerlioğluKaramanlı Ortodoks Türkler yazarı
Yazar
8.0/10
2 Kişi
11
Okunma
2
Beğeni
1.701
Görüntülenme

Öne Çıkan Yonca Anzerlioğlu Gönderileri

Öne Çıkan Yonca Anzerlioğlu kitaplarını, öne çıkan Yonca Anzerlioğlu sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Yonca Anzerlioğlu yazarlarını, öne çıkan Yonca Anzerlioğlu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
По́ловцы Polovtsı Кума́ны 钦察
Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a geçen diğer bir Türk boyu da Kuman-Kıpçak'lardır. Doğu kaynaklarının Kıpçak, Rusların Polovtsı, Bizanslıların Kuman, Macarların Kun, Almanların Fa/b, Ermenilerin de Clıardeş' olarak isimlendirdikleri KumanKıpçaklar 10.yy'da Irtış nehri boylarında yaşayan Kimek ulusunu oluşturan boylardandır
12.yy.'ın son yarısına kadar İslam’ı bırakarak Hıristiyan olanlar hakkında Sinod tutanaklarında, vaftizle ilgili kilise kanunlarında bilgiler bulunduğu da Vryonis tarafından belirtilmektedir. Dinden dönüş için düzenlenen törende İslamiyet’i bırakan kişi bunu resmen bıraktığını ve İslam'ın Allah'ını reddettiğini söylemek zorunda bırakılmıştır. Ancak, bu inkar Müslüman Türklere oldukça ağır geldiğinden imparator Manuel okunan yemin metninde Allah için atfedilen olumsuz sıfatın kaldırılmasını sağladıysa da, Kutsal Sinod buna şiddetle karşı çıkmış ve imparatorun ölümünü takiben de bu düzenleme kaldırılarak ilk şekliyle uygulanmaya devam edilmiştir.Vaftiz, üst düzeyde görevler ve hediyelerden sonra Bizans toplumuna kabul edilen Türklerden genç olanları belli bir eğitime tabi tutulmuşlardır. Bizans kültürüne tam anlamıyla dahil edilebilmeleri için 1. Aleksios döneminde kurulan bir okulda eğitim alan Rus, Latin, Peçenek, Kuman ve Selçuk Türkü birer Romalı (Bizanslı) olarak yetişmekteydiler. Ancak, her ne kadar birer Romalı gibi yetiştirildikleri söylense de, sonuçta Bizans idari birimlerince Türk, Peçenek, Kuman ve Uz oldukları hiçbir zaman unutulmamıştır. Aleksios Aksukhos'un tahta varis olabileceği bir konumda bulunmasına rağmen bir Türk olduğunun vurgulanması ve sonuçta bir manastıra kapatılması sanırız buna en açık delildir.
Reklam
Yukarıda Bizans ordusunda görev yapmış olan ve Türkopol olarak adlandırılan birçok Selçuk Türk'ü hakkında bilgi verilmiştir. Bundan sonra kısa bir şekilde bu insanların Bizans hizmetine giriş aşamasında nasıl bir uygulamaya tabi olduklarına kısaca değinilecektir. Her şeyden önce Bizans İmparatorluğu'nun uzun yıllar boyunca Hıristiyanlığı esas alan siyaseti gereği Bizans hizmetine giren ve bir Hıristiyan bayanla evlenmek isteyen kişilerin öncelikle vaftiz olup bu dini benimsediğini göstermek zorundaydılar. Bu durum da bahsedilen binlerce Uz, Kuman, Peçenek ve Selçuklu Türk'ünün Bizans hizmetine girmenin ilk aşaması olarak bu dini benimseyip vaftiz olmuş olmaları konusunda ortada bir şüphe bırakmamaktadır. Ancak, bu din değiştirmenin ölçüsü, ya da ne dereceye kadar benimsendiği tam olarak açık değildir. Hizmete giriş aşamasında askeri veya idari görevler, hediyeler ve ödüller alan Türklerin, Müslümanlığı bırakarak vaftiz olmayı kabul etmeleri de oldukça ilginçtir. Ayrıca birçoğunun Hıristiyanlık dinini kalben benimseyip Aya Sofya idaresinde görev alan Tzignoglou ve manastır kuran Kutlumuş ile hayatının son yıllarında manastırda bir keşiş olarak yaşamış olan Aleksios Aksukhos gibi kişilerin varlığı da dikkat çekicidir.
Osmanlı İmparatorluğu, bünyesinde farklı din ve milletten insanları barındırmış bir imparatorluk olmuştur. Bugünkü millet kavramının içeriğinden tamamen farklı bir içeriğe sahip olan ve sadece din esasına göre, İslam hukukundaki zımmet kurumuna bağlı olarak oluşturulan Millet sistemi sayesinde Ermeni, Rum ve Yahudi gibi gayri Müslim topluluklar temel kültürel ve dini özelliklerini kaybetmeden yaşama imkanı bulabilmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin gerek kuruluş aşamasında gerekse sonraki dönemlerinde ele geçirilen yerlerdeki Hıristiyan nüfusa yönelik din değiştirme konusunda herhangi bir zorlamanın olmadığı, eski Bizans ve yeni Osmanlı tebası Hıristiyan halktan kendi istekleriyle Müslümanlığa geçenlerin varolması yanında, kendi inancının gereklerini yerine getirebilen farklı dinlerden insanların olduğu bilinen bir gerçektir. Bu konuda Osmanlı İmparatorluğu'nun son gününe kadar yaşamlarını devam ettiren gayri Müslim nüfusun varlığı dahi tek başına bir delil olarak gösterilebilir. Yukarıda sözü geçen millet sistemi dahilinde kendi varlıklarını sürdürebilen Ortodokslar, heterojen bir yapıya sahip olup, Anadolu' daki Ortodoks nüfus dışında Balkanlar' da yaşamakta olan Gagauz Türkleri, Sırp, Bulgar, Romen, Arnavut ve ayrıca Araplar olmak üzere farklı birçok Ortodoks nüfusu bünyesinde barındırmaktaydı. Ancak, Ortodoks milleti içerisinde gerek günlük yaşamda, gerekse ibadet dili olarak Yunanca yerine Türkçeyi kullanan, genelde öz Türkçe isimler taşıyan ve Rumlardan farklı bir isimle anılan bu Ortodoks topluluğun kimler olduğu konusuna geçmeden önce Ortodoks kilisesinin İstanbul'un fethiyle nasıl yeniden şekillendirildiğine değinmek gerekmektedir.
"Savaş şartları altında yaşanan tüm bu olayların bugün hala o günleri yaşayanların hafızalarında canlılığını koruduğunu ve insanların o günleri anlatırken yeniden yaşadıklarını, duygu­landıkları ve ağladıklarını da burada vurgulamak gerekmekte­dir. Anastasia Hacıteodoridou'nun üzerinde durduğu ve va­purda birçok insanının hastalandığı gerçeği diğer mübadil Ka­ramanlılar tarafından da vurgulanmıştır. Hatta vapurlarda ölen insanların denize atıldığı birçok mübadil tarafından da dile geti­rilmektedir. Örneğin, Niğde Sulucaovalı Melpomeni Haciliadou böyle bir olayı anlatırken: "Günde bi dene adam öldü. Mercan ... Mercanıdı adı ... öldü. Demiri bağladılar denizin içine attılar" demek­teydi.Vapurlarda yaşanan bu ve benzeri olay örnekleri bir tarafa bırakılacak olursa, zor bir deniz yolculuğunun ardından Yunanistan topraklarına ayak basan ve Türk Ortodoksların da dahil olduğu tüm mübadilleri yeni, ancak zorlu bir gelecek bek­lemekteydi. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye' de bıraktıkları mal­larına denk bir varlığa kavuşabilecekler miydi ve yıllardır yaşa­dıkları köyleri ve Müslüman komşuları gibi şimdi aralarında bulundukları dindaşları Yunanlılarla muhabbetli ve bir ev gibi bir arada yaşayabilecekler ve sahip oldukları kültürlerini yeni top­raklarında devam ettirebilecekler miydi? İşte bu soruların ce­vaplarını, birinci el kaynak olarak nitelendirilebilecek ve bizzat olayların içinde yaşamış mübadillerin kendi ifadelerinde bul­mak mümkündür
Müslümanların kiliseyi ziyareti ile ilgili ilginç bir bilgiyi de yine Sulucaovalı Melpomeni Haciliadou aktarmaktadır: "Türkler evimize gelirlerdi, biz onlara giderdik. Sonradan bozuldu ortalık ... Bayramda gelirlerdi ya. Bazısı bişti yapardı bizim Triskiyamıza(?) bi dene de garı vardı ihtiyar garı gözleri ağrıyordu " şeklinde devam ederek bu kadının köydeki papaz tarafından iyileştirildiğini vurgulamaktadır.
Reklam
Diğer taraftan: "Yattım sağıma döndüm soluma şahit olsun melekler dinime imanıma eşhedüenlailalieillallahi ve eşhediiennamıılıammedenabdulıııveresıılıılııı " şeklinde Müslümanlar tarafından da edildiği bilinen bu tür bir duanın benzerliği de yine ilgi çeken noktalardan birisidir. Dolayısıyla, köyün halkı Rumca konuşuyorsa Evyenidou'nun annesi gece yatarken neden Türkçe dua etme gereği hissetmekteydi? Bu tercihi onun Rumca konuşan bir aileye gelin giden ana dili Türkçe olan bir kişi olmasına mı dayanmaktaydı? Ya da köyde Rumca konuşulmasının sebebi bu köyde yaşayan insanların Rum kökenli olmasından mı kaynaklanmaktaydı yoksa aşağıda daha detaylı bir şekilde incelenecek olan Sinasos gibi Anadolu içlerine Rum kültürünün nüfuz ettirilmesi ve Türkçe konuşan Ortodoksların aslında Yunan olup yeniden Helenleştirilebilmeleri açisından kurulan Rum okullarının merkezi konumundaki böyle bir yere yakın olmanın verdiği etki ile mi Rumca konuşulmaktaydı? Bu sorulara tam olarak cevap verebilmek zor ise de, benzer bir durumun daha tespit edildiği bir başka örnekten bahsedilmesi konuya biraz açıklık getirebilecek niteliktedir.
Ancak, 13. yy. sonuna rastlayan bu dönemde Hanbalık'ın ilk Katolik başpiskoposu olan John'a karşı Nasturller sert bir tepki göstermişlerdir. Aslında diğer inançlara karşı belli bir hoşgörüye sahip olan Nastur'iler, bu hoşgörülerini ancak belli bir seviyeye kadar gösterebilmişler, farklı inançların tehlike yarattığını anladıkları anda bu hoş görüye son vermişlerdir. Nitekim, Rubrucklu Fransisken William' dan yüzyıl sonra iki Fransisken misyoner Nasturllerce öldürülmüştür. Bu da Orta Asya'da hüküm sürmeye çalışan farklı Hıristiyan gruplar arasındaki iletişimi sona erdirmiştir.
Bilindiği gibi bu konuda yaşanan problemler de ancak, 10 Haziran 1930 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşmasıyla çö­zümlenmiştir. 10 Kasım 1923 tarihinden itibaren Türkiye ile Yunanistan topraklarında yaşamakta olan Ortodoks ve Müslüman halkın kendi dindaşlarının yaşadığı ülkeye transferi başladığı günlerde Anadolu' da ve İstanbul' da yaşayan Ortodoks nüfusun durumunun ne olduğu mübadele ile ilgili ne düşündükleri ko­nusu oldukça önemlidir. Son dönemlerde mübadeleye yönelik ilginin arttığı ve bu bağlamda da çalışmaların yapıldığını bura­da belirtmek gerekir. Ancak, yine de konu ile ilgili daha fazla detaylı çalışmalara ihtiyaç olduğu da bir gerçektir
Arkasından gelen halefi Baycu Noyan da Papa ile temaslar kurabilen ancak, Türkiye ve Halep topraklarına batılıların ayak basmasına izin vermeyen bir kişidir. Baycu Noyan'ın halefi ise İlçigiday Noyan adında Nayman uruğundan bir Nasturidir.
955 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.