- "Adalet, hikmet, akıl ve özgür irade"
"Onun düşünce sistemi adalet, hikmet, akıl ve özgür iradeye dayanmakta ve Maturidi, bu temellere yaslanan bilgi, varlık ve ahlak sistemi önermektedir." tespitine yer verilen bildirgede, Maturidi insanın bu yetilerle donatıldığına işaret ettiği dile getirildi. Maturidi'nin, insanın dünyayı imar ve ıslah etme gibi ağır bir sorumluluğu bulunduğuna işaret ettiği vurgulanan bildirgede, "O, insanların bu donanımlarının çatışmaya değil, iş birliğine yönlendirilmesinin toplumu yıkıma sürükleyen 'fitne' olgusunu engelleyecek yegane yol olduğunu ifade etmektedir." tespiti aktarıldı.
300 yıl önce, toprak varlıktı. Daha sonra fabrikalar ve ürünler varlık olarak adlandırıldı şimdi ise en önemli varlık bilgi.
Reklam
Megri megri, öyle mi!
İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, kurucusu olduğu İyi Parti’nin gizli bölmelerindeki kapakları açmaya devam ediyor. “İstanbul İl Başkanı FETÖ’cü” açıklamasından sonra bu defa Millet İttifakı ortakları CHP, Saadet Partisi ve HDP ile birlikte hazırlanan gizli anayasa hazırlığını anlattı. Çalışmanın mimarlarından CHP’li anayasa hukukçusu Prof.
Varlık hakkındaki bilginin mümkün olması, onun öğretilebilir, aktarılabilir olmasını doğrudan doğruya içerir mi? Yani bilmek veya bildiğini sanmak, bir şey bildirmeyi içerir mi? Veya şöyle de sorabiliriz: bilmeyen, bilmediği şeyi, bir bilenden / bildiğini iddia edenden öğrenebilir mi? Bilgi (bu örnekte erdemin bilgisi) mümkündür ve öğretilebilir. Ve öğrenen insan her gün, bir önceki günden daha fazla iyiye doğru ilerleyebilir. Akış ve oluş sürecine tâbi bir varlık anlayışı içinde, bilgiyi duyu verileri ve onların lisandaki karşılıklarıyla özdeş gören Protagoras açısından, bunların bir başkasına aktarılması veya bir başkasının da, hocanın yol göstericiliği sayesinde deneyim yoluyla aynı verileri edinmesi mümkündür. Ancak beri yandan yine Protagoras “insan her şeyin ölçütüdür” önermesiyle, bu bilginin de, sana, bana ve bir başkasına göre farklı yani göreceli olduğunu temellendiren düşünürdür. Aslında girişte betimlemeye çalışılan günümüzün deneyimleri ışığında, dile getirmeye çalıştığımız mesele budur. Herkese göre giderek daha farklı, hâttâ birbirine bütünüyle aykırı seyreden gerçeklik algısı içinde, biz birbirimizi nasıl anlayacağız? Düşmanlıkların ve giderek kanıksanan cinayetlerin, kitlesel katliamların, vicdanlarda daha güçlü bir karşılık bulmasını nasıl sağlayacağız? Herkesin kendi zihnindeki (öznel ve doğrudan) varlık hakikati üzerinde değil de, genel geçer olanın bilgisi ve hakikati üzerinde nasıl anlaşacağız?
”Edeb ismini verdiğim şeyi kazanmış olan kimsede etkin hale gelen ahlâkî gayeye yönelik elde edilmiş olan bir bilgi olmadan bilgiyi edinme sürecine, 'eğitim' adı verilemez. Edeb, kaynağı akıl olan bilginin esas alınmasıyla kendi kendini terbiye etmekten kaynaklanan doğru davranıştır. Kolaylık sağlamak için edebi, basitçe “doğru davranış’ olarak tercüme ediyorum. Bilgi ile anlam arasında doğrudan bir ilişki vardır. 'Anlam’ı, sistem içinde bir şeyin diğerleriyle olan ilişkisinin açık ve anlaşılır hale gelmesiyle sistemdeki herhangi bir şeyin yerinin tanınması olarak tarif ediyorum. “Yer’, sistemdeki asıl yeri ifade eder ve buradaki ‘sistem’, bir dünya-görüşü içinde gelenek tarafından şekillendirilmiş ve din tarafından açıkça ifade edilmiş olması yönüyle Kur’ânî kavramsal sistem anlamına gelir. Halihazırda tanımlamış olduğumuz üzere bilgi, anlamın nefste hâsıl olması ve nefsin de anlamı kazanmasıdır. Bu ise, varlık hiyerarşisi içinde şeylerin asıl yerlerinin tanınmasıdır öyle ki bu, aynı zamanda varlık ve varoluş hiyerarşisinde Allah’ın asıl yerinin tanınmasına yol açar. Fakat doğru yerlerin bu yolla tanınması, tanınan şeyin hakikatinin ve doğruluğunun bilinmesiyle, yani nefste teyit ve tasdik edilmesiyle fiili hale getirilmedikçe bu bilgi eğitim haline gelmez. Bilme, tanımaya uygun olan davranışı zorunlu kılar. Edeb ya da doğru davranış, bu tür bir tanımayla ortaya çıkar. O halde eğitim, nefste edebin özümsenmesidir.
MÂTÜRÎDÎ
Kitâbü’t-Tevhîd’ebakıldığında dinin kendisi ile bilenebileceği iki esasın akıl ve nakil olduğu Mâtürîdî tarafından açıkça ifade edilir. Çünkü ona göre, nakil yani vahiy dinî bilgilerin kaynağı olduğu gibi, akıl da bunların doğruluğuna delalet etmenin yanında Allah’ın varlığı, birtakım sıfatları ve O’na imanın gerekliliği gibi alanlarda bilgiler sağlar. Diğer taraftan o, insanın akıl sahibi bir varlık olarak yaratıldığını, bu nedenle bilgi edinmede akıl yürütmenin gerekli olduğunu vurgulayarak aklın hataya düşüp sapacağından korkarak akıl yürütmeye karşı olan ve nakli delillerden başkasına başvurulmaması gerektiğini savunanlara karşı şu cevabı verir: “İnsan yaratılmışları yönetmek yeteneği ile sivrilmiş, bu uğurda güçlüklere göğüs germek, onlar için aklen en elverişli bulunanı araştırmak, iyi ve güzel olanları tercih edip bunlara aykırı düşenlerden sakınmakla mümtaz kılınmıştır. Bu hususları bilmenin yolu ise nesne ve olayları incelemek suretiyle aklı kullanmaktan ibarettir, zaten başka bir yöntem de mevcut değildir. Ayrıca fevkalade durumların ortaya çıkışı ve şüphelerin gelmesi halinde herkesin sığınacağı şey tefekkür ve istidlaldir. Bu da istidlalin gerçeklere kılavuzluk ettiğini ve onun sayesinde hakikatlere ulaşılabildiğini göstermektedir...” Mâtürîdî,2009: 4.ve 14. Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/Volume: 8, Sayı/Number: 3, Yıl/Year: 2013 - Recep Önal
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.