Kudüs, "dönemsel ve konjonktürel heyecanlar"a kurban edilemeyecek kadar önemli ve özel bir şehirdir. Sadece saldırı ve ihlaller söz konusu olduğunda onu hatırlamak, sair zamanında ise yeniden kendi haline terk etmek, Müslümanlara yakışacak bir hal değildir. Kudüs'e olan ilgimiz, mütemmim cüzümüz olarak, hayat boyunca bize eşlik etmeli. Bu bilgiyi,bilgiyle ne kadar temellendirebilirsek, Kudüs'ün bizden uzaklaşmamasını da o kadar garanti altına almış oluruz.
Koskoca imparatorlukta Merşal Osman Paşa gibi, üzerine düşen görevi her ne pahasına olursa olsun yerine getirmeliyim, diye çırpınan bir asker, üst seviyede başka bir bürokrat daha var mıdır, bilmiyorum.
İman ne ilginç, ne güzel şey; onlar için ölmek bir yerden bir yere gitmek gibi. Savaşta ölenlerin Allah katında en yüksek mertebe olan şehitliğe ulaştıklarına inanmalarına rağmen son anlarını yaşadıklarını hissedenler, "Geliyoruz mahcup etme yarabbi!" dedikten sonra imanların esası olan kelime-i şehadet getiriyorlar. Elle tutmuş, gözle görülmüşçesine nasıl inandıklarına hayret ediyorum; herhalde bilseler nasıl onlar gibi inanmadığıma da bu zavallılar hayret ederler. Yeri gelmişken bir hususu itiraf etmenin ihtiyacını duyuyorum; Batı medeniyetinin çocukları olarak inancımız yitiriyor, böylece de özgürlüğe kavuştuğumuzu zannediyoruz; fakat ardından gelecek fatura beni korkutuyor.
Plevne doktoru Rayn'nın arkadaşına yazdığı mektubundan
Ey destanlara sığmayan Yiğitler!..şimdilerde bir kır gençliği kadar boynu bükük ve kimsesizsiniz. Ne heykeli dikildi, ne de abilerinizi yapıldı; şiiriniz ve romanınızda yazılmadı; biz sizleri tanımadık; oysa bir ölünüz bin doğana ruh verirdi.
Abdestsiz bulunmamaya özenlidir. Öyle ki sabah kalktığında abdest almaya bile abdestsiz gitmeyeyim diye baş ucunda bir tuğla bulundurur ve onunla teyemmüm alarak abdest almaya gider.