Genelde kitaplara eleştiri yazmak huyum değildir fakat bu kitaba bir yorum yapmak geldi içimden. Kitabın ilk kısımlarında birçok kere bırakıp başka kitapları okudum. Bu kitabı yarıda bırakıp iki üç
Çok kısa, küçük bir kitap. Neredeyse 10 sayfa hikaye 20 sayfa da çevirmenin notu. Bu kadar anlaşılmaz bir yoruma gerek var mıydı bilemiyorum. Belki de ben anlamadim emin değilim. Boyutu da normal kitaplar kadar değil. Ben internet üzerinden almıştım adı ilgimi çektiği için bu yüzden benim yolumdan gidenlere bir ön bilgi olsun istedim.
İçeriğe gelirsek sanirsam yazar kendi hayatında yaşadığı bir anıyı aktarmış o kadar kısa bi hikaye ki yarin tekrar okuyacagim. Naziler zamaninda ölümden nasıl döndüğünü ve sonrasini çok kısa anlatıyor. Aşırı kısa. Ne oldu demeden bitti.
Gelelim asıl konuya ölümün oldugu yerde yaşam bitmez mi? Ölüm anımızı yazabilir miyiz? Varlık ve yokluk karşı karşıya ama bence yokluk varlığı yutar ve ne anı ne yazi ne düşünce kalir geriye. Yazarın ne demek istediğini gercekten anlamak isterdim ama ne yazik ki anlamadım. Anlayacagina guvenenler okusun diyorum. İyi geceler
Ölüm AnımMaurice Blanchot · Encore Yayınları · 2012222 okunma
"mesafe" ve "kesinti" denen şey de zaten yazarla/metinle senin arandaki "uçurum". Söz bu uçurumu taşımış. Yazara gelirsek kendi sözü ile kendi arasına bir ömür boyu mesafe kurabilmiş, anın işaretlediği fark. Hoş bir şekilde kapakta/dışta görünen bir ben'im içimde bir başkasını(kendimi)/onu düşünmekteyim. Öteki ile ilişkiye dair üçüncü cins kipteki erişilmez fark tam da bu. Ancak bu kadar anlaşılmamak(senin tarafından) yoluyla anlaşılır olabilirdi.
“Ne gece kalır ne de gündüz sensizlikte,
Ah bir görebilsen benim gözümdeki seni,
Ah bir bakabilsen sende senin gözlerinden benim gözlerimdeki gibi.
Ne çok severdin beni...seni sevdiğim gibi.”