İlk başta Jack London'un "Martin Eden" romanına benzemesiyle beklentilerimi düşük tuttuğum bir roman oldu. Fakat ilerledikçe düşüncülerim konusunda yanıldığımı anladım.
Açlığın getirdiği psikolojik sarsıntılardan daha çok trajikomik olaylarıyla akılda yer edinen bir roman diyebiliriz. Romandaki karakterlerin zaman zaman değişmesi senaryo çizgisinin akıcılığını daha çok artıyor. Sonlara doğru daha heyecanlı olduğu anlarda aniden bitmesi tam da bir hayal kırıklığı.
Yorum değil, yaşamak lazım bazı şeyleri. Kitapta çarşı'nın Gezi döneiminde yaptığı eylemler, bazı kahramanlıklar ve bazı kişilerin çArşı hakkındaki yorumları yer almaktadır. Bir çArşı tribün lideri abimizinden dediği gibi "Gezi rönesans ise çArşı onun Michelangelo`sudur."
Yazarın kendisinden:
"Bu kitap gerçeklik hakkındadır. Yaşamanın mekânı ve yolu olarak gerçeklik hakkında; gerçeklikte ve gerçeklik olarak yaşamak hakkında. Nihayet, gerçekliği sevmek hakkında: Bu kitapta mücadelesini verdiğim şey, olan neyse, tam da olduğu
haliyle olumlanmasıdır. Bu kitap, kişinin kendini dünyayı sevebilen bir kişiye dönüştürme çabası dışında, gerçekliği dönüştürmeye yönelik tüm çabalardan vazgeçmesi halinde nelerin olabileceğini keşfe çıkıyor.."
Olduğum yerde durur, kaçabileceğim ana kadar herşeyi sineye çekerim. Sonra da kaçarım.
Bazen de orda durup herşeyi sineye çekmekle kalmaz, onlara gülümser, özür dilerim.
Kitabın inceliğiyle düşündürdükleri ters orantılı. Bir felsefesi var; savaş mı, savaş yarattığı acı mı bilemiyorum. Zafer Takı`ndan sonra savaşı anlatan en ideal roman olarak nitelendirebiliriz.
Toprak AnaCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 202261,1bin okunma