Öykülerin illa ki bir derdi ve önermesi varsa eğer ve bu şahsileştirilebiliyorsa, yazarın anlattığından fersah fersah öteye gidebiliyorsa, benim için "ölenlerin adını unutma, türkülerin, meydanların" dizelerine sahip şarkının ikiz kardeşi olmuştur. Sloganın estetiğinden kopmamış ama sloganvariliğe de yaklaşmamış öykülerdi. Mücadelenin kıyısındaki tanık yaşamların da anlatılması gerektiğini düşünmüşümdür, bence o yönde de güzel bir örnek.
Kitapta bazen metafor yağmuruna tutulduğunuzu düşünebiliyor, keşke yazar bunları başka öykülerine de dağıtsaymış, hissine kapılabiliyorsunuz. Bu da anlatının gerçekliğinden kopmanızı sağlayabiliyor.
Tarz meselesidir ama devrik cümle cömertliği biraz azalsa nasıl olur diye düşünmeden de edemedim. Şiirselliğe elbet katkısı vardır ama bazen akıcılığa istemeden ket vurabiliyor.
Öte yandan Dicle'ye yedi keşke, selamlama rutinleri ve buna benzer
pek çok Diyarbakır rituelini çok güzel yansıtmış. Yazar ileride çok güzel büyülü gerçekçilik eserleri çıkarabilir hissi uyandırdı. Hayattan cebine attığı detayları yerli yerinde ve sade kullanımı da dikkat çeken bir özelliği. Son olarak her çağdaş yazara bir ruh eşi bulma takıntım var, Murat Özyaşar'da bu eş Ferit Edgü oldu :)
Okumam için ısrar eden arkadaşıma teşekkür borcumdur ;) Sırada Ayna Çarpması var.