Geçmiş –San Juan Tepesi’nde adamlarının başında yaptığı vahşi saldırı, âşık olduğu genç Hildegarde için kalabalık şehirde gün batana kadar çalıştığı evliliğinin ilk yılları; büyükbabasıyla Monroe Street’teki Button’ların eski, kasvetli evinde geceleri oturup sigara içtikleri günler– bunların hepsi sanki hiç yaşanmamışçasına, unutulup giden rüyalar gibi uçup gitmişti zihninden. Hiçbirini hatırlamıyordu.
Son içtiği sütün soğuk mu, sıcak mı olduğunu ya da günlerin nasıl geçtiğini tam olarak hatırlamıyordu–hayatında yalnızca karyolası ve Nana’nın tanıdık görüntüsü vardı. Ve sonra hiçbir şey hatırlamamaya başladı. Acıktığında ağlıyordu, o kadar. Her gün ve gece sadece soluk alıyor ve etrafında zar zor duyabildiği mırıltılar ve alçak sesli konuşmalar dolaşıyordu. Bir de belli belirsiz ayırt edebildiği kokular, ışık ve karanlık vardı.
Sonra her şey karardı, beyaz karyolası ve etrafında gezinen belirsiz yüzler ve sütün sıcak, hoş kokusu, hep birlikte zihninden uçup gitti