Kitabı okumaya başlarken, Aziz Bey'in elim hadisesini öğreniyoruz ilk sayfalarda. Mevzubahis hadise nasıl bir olay örgüsü içerisinde gerçekleşmiş, işin aslı neymiş ne değilmiş, kim haklıymış bilmiyoruz. Aziz Bey, okuyucuyla daha ilk sayfalarda, soğuk ve yağmurlu gecenin sabaha uzanan saatlerinde yakaları ve kol ağızları mor satenden kostümüyle -kitabın sonunda öğreniyoruz ki kostümün bir kolu boydan boya yırtılmış- evinde yapayalnız oturur vaziyette buluşuyor. İşte böyle başlıyoruz Aziz Bey'i tanımaya. Gençliğine, ilk aşkına, Beyrut'a gidişine, çok kısa ama çok mutlu 3 gününe, Beyrut'tan dönüşüne, annesine, babasına ve daha nicesine şahit oluyoruz. Aziz Bey'in hadisesi ile başladığımız bu yolculuk, Aziz Bey'in hadisesi ile son buluyor.
88 sayfa bir kitap ilk etapta kısacık gibi görünse de gözümüze, yükte hafif pahada ağır da olabiliyormuş, anladım ki kitabın son sayfasını çevirirken kalpte bıraktığı tesir hiç de hafif değilmiş. Yazar çarpıcı ve etkileyici bir üslupla ne kadar çok şey anlatmış.
Zamanlamadan mı bilmiyorum fakat Ayfer Tunç'un kalemini okumaya ne kadar çok ihtiyacım varmış. Benim için yeri ayrı kalacak bir okuma deneyimi oldu diyebilirim.
Henüz kitabı okumaya yeni başlayan okuyucular için iyi okumalar diliyorum zira elinizden bırakamayacak ve bir oturuşta bitireceksiniz fakat Ayfer Tunç'un cümleleri okumakla tükenecek cinsten olmayacak.