Cenk’le tanıştırıldığı anda aşağılık bir varlığın elini sıktığına inanmış olan Gonca çok kısa zamanda küstahlaşma yeteneğine sahipti.
“Sizde olmayan bir şeyi yönetiyoruz: parayı.”
Cenk’in gözünün önüne bir tişört geldi. Gonca’nın üzerinde görmeyi isteyeceği bir tişört. Önünde şöyle yazacaktı: “0 - kaltak: 7 saniye.” Kullandığı arabalarda merak ettiği temel özellik, makinenin saatte 100 km hıza kaç saniyede ulaştığıydı. Belki Gonca hiçbir zaman saatte 100 km hızla hareket edemeyecekti ama 7 saniye içinde sıfır noktasından kaltaklık noktasına ulaşabiliyordu. Büyük bir başarı diye düşündü Cenk. “İyi işçilik!” diyecekti ki, kimsenin sözünden bir şey anlamayacağını fark edip diyalog mantığına daha çok oturan bir cümleyi ağzından çıkardı:
“Belki paramız yok ama bir gün çok zengin olacağız.”
Bazen çok arzu ettiğimiz şeyler olmaz ya, çok uğraşır çok didiniriz. Zorlarız bir yönüyle. Yakınında dururuz arzu ettiğimiz her neyse, sonra daha yakın daha da yakın... Ádám Bodor, "Belki de uzaklardan bakarak görmenin sevdanın henüz denenmemiş bir yolu olduğunu düşünmüştü," der. Belki de öyledir sevgili okur. Belki de bu kadar hevesli
Üzerinde “Orospu çocuğu PKKlılar, siktirin gidin!” yazan bir tişört giyen kişinin, hangi kentte ne kadar süre, saldırıya uğramadan dolaşabildiği belirlenecekti.
Aziz Ata saç kurutma makinesini kapatıp fişten çektiği gibi dolabın önüne geçti. Ben konuşmaya devam ederken bir anda tişörtünü çıkarıp yere bıraktı ve kendine yeni bir tişört aldı.
Önce boğazımı temizleyip gözlerimi kaçırsam da tam önümde kalan aynadaki yansımadan Aziz Ata'nın geniş omuzlarını ve sırtını gördüm. Fakat gözlerime çarpan şey sırtının güzelliğinden ziyade, sırtındaki izlerdi... Sırtında kesik ve hatta yanık izlerini anımsatan bazı izler vardı, soran gözlerle ona döndüm.
Büyük avuçlarını sıkarak yumruk yaptı,kayalıkların dibinde küçük bir kızın içli ağlama sesi yankılandığında,adam da ben de olduğumuz yerde buz keserek gözlerimizi sesin geldiği yöne çevirdik.Siyah dümdüz saçları beline kadar gelen,dümdüz saçlarının uçları saçlarındaki düzlüğün aksine lüle lüle olmuş,yanakları soğuktan kıpkırmızı kesilmiş beyaz tenli bir kız çocuğu,beyaz boyundan bağlamalı bir tişört,pembe bir şort ve koyu mor külotlu çorabıyla çakıl taşlarının içine oturmuş,çakıl taşlarının üstünde ıslanmış olan kelebeklerin kanatlarına üflüyordu.Gözlerindeki yaşları elinin tersiyle sildi,kelebeklerin kanatlarına üflemeye devam etti ama yağmur ona inat hızlandı,kelebeklerin kanatlarını eritmeye başladı.
“Mutlu anlardan geriye kalan eşyalar, o anların hatıralarını, renklerini, dokunma ve görme zevklerini bize o mutluluğu yaşatan kişilerden çok daha sadakatle saklarlar.” diyor Orhan Pamuk. İnsanın, bazen bir saç tokası ya da bir tişört kadar değeri yok. İnsan gidiyor, o kalıyor.