1960'ların sonlarına gelindiğinde Batı dünyasındaki gelişmelere paralel olarak, bizde de değişen dünya şartlarında geleneksel otorite figürlerinin ve kurumlarımn biçimselliğini kabul etmeyen bir kısım genç, otorite olarak algıladığı her şeye karşı çıkarken, bir kısmı da biçimsel otoriteye mutlak biçimde bağlanmayı seçti. Karşı çıkanlar bazı öğretileri sloganlaştırarak uygulanabilir bir çözüm önerisi getiremezken, diğerleri efsane benzeri bazı değerleri savundular ve bu durum giderek politik görünümlü bir bölünmeye neden oldu. Bunların gerisindeki görünmeyen kışkırtıcı güçleri ve onların amaçlarını tarih herhalde zamanı gelince gün ışığına çıkaracak. Ancak, genç kitlelerin özerklik çabalarının, öğrenilememiş özerkliğin doğal olarak saldırgan ve yıkıcı davranışlara dönüşmesiyle başlayan zorlu süreç, bu durumdan hoşnut olmayan biçimsel otorite tarafından doğal akışına bırakılmadı ve kesintiye uğratıldı. Sürecin yeni kanallar bulup farklı biçimlere dönüşmesine neden olarak. Kesintiye uğratılmasaydı neler yaşanmış olurdu, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Sayfa 140 - Metis Yayınları, 21. Basım, Aralık 2023Kitabı okudu
Alparslan Türkeş (1917-1997) Doğumundaki adı Ali Aslan idi - veya bazı kaynak­ lara göre, Hüseyin Feyzullah. Kıbrıs doğumluydu; kendi terminolojisiyle bir "dış Türk" 16 yaşında ai­ lesiyle lstanbul'a göç edip askeri okula kaydolurken, Türkçü heyecanlarına uygun bir ad aldı: Alparslan Türkeş. 1960'ların sonunda "başbuğ" sıfatıyla bü­tünleşerek, amblemleşti bu ad.
Reklam
1960' 1arın başlarında kardiyologlar yüksek kan basıncı ve stresle bağlantılı bazı sorunlarla ilişkili gibi görünen "A Tipi" bir kişilik tanımladılar. "A Tipi" kişiler oldukça azimli ve stres semptomlarını görmezden gelmeye eğilimliydi. Aynı zamanlarda, stres tepkisi kolay tetiklenen ama toparlanma hızı daha yavaş olan insanları ayırt etmek için "nörotik" terimi kullanılıyordu. Bu gruptaki insanlar kaygı geliştirmeye karşı hassastı.
Onun asıl magazin olayı, 1963 Ekim ayında inti­har girişiminde bulunduğunda, bunu şarkıcı Behiye Aksoy'la arasındaki imkansız aşka bağlayan dedi­ kodulardı. 1960'ta yazdığı bir şiir bestelenip Behiye Aksoy tarafından seslendirilmiş, ancak Bölükbaşı dava açıp icrasını durdurmuştu. Şarkının adı: "Ge­çelim güzelim gel bu sevdadan..."
NEVZAT ÇELİK (1960, Boyabat/Sinop)
1980 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı UESYO’da okurken, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesiyle tutuklanıp idam istemiyle yargılandı ve yedi yıl hapis yattı.
1960'ların sonuna gelindiğinde, Behice Hanım ile partideki TKP'lilerden fazlasıyla tedirgin olan Aybar arasında ciddi görüş farklılıkları başlamıştı. Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgali sonrası Aybar'ın benimsediği "güleryüzlü sosyalizm" çizgi­ si, Behice Boran için çok "fazla"ydı ve onun ülkede­ ki anti-komünist havayı beslediğini düşünüyordu
Reklam
Ne var ki, komünizm karşıtı tutumu bariz olmakla birlikte, sol terimleri telaffuzu 1960'larda onu keskinleşen milliyetçi-muhafazakar çevrenin eleştirilerine ma­ ruz bırakacak, süreç manevi lideri olduğu Milliyet­ çiler Derneği ile yolunu ayırması (1964) milliyetçi örgütlenmelerle bağlarının kopmasıyla neticelene­ cektir.
1960'ların başında Milli Yol'da "Hayat savaştır" diye yazar: "Toplumlar ölmesini bildikleri nisbette millettirler." Kainatın kanununda her mahluk ya­ şamak için güçlü olmak, öldürülmemek için öldür­mek zorundaydı; tarihin öznesi olan milletler için de aynısı geçerliydi.
İyi niyetlerle yapılmış Cumhuriyetçi Batılılaşma çabası çoğu zaman ne yazık ki askeri darbeler için şık bir mazeret olmaktan ve Türkiye'yi taşralaştırmaktan başka bir sonuç vermedi. 1950'ler ile 1960'ların başında İstanbul'da geçen çocukluğumu askeri darbeler ve askeri darbe tehditleri, sokağa çıkma yasakları ve yerel siyasi çekişmelerin dünyanın en önemli olayları olarak yaşandığı bir dünya olarak hatırlıyorum. Batı kültürünün kendisinden çok simgelerinin ve törenlerinin taklit edildiği ve geleneksel kültürün aşağı kültür diye hor görüldüğü bu alem bütün kültürlere düşmanca bir tutum takındığı için taşralılığın bütün görüntüleriyle yeşermesine ortam oluşturdu: Çocukluğumda, yabancılardan, bizlerden değişik olanlardan küçümseyerek ve gülerek söz edilirdi. Sanatçılar eğer para kazanmıyorlar ve ünlü ve hapse atılacak kadar önemli değillerse ancak küçümsenmeyi ve acınmayı hak ederlerdi; hatta bu ikincisini hak edebilmeleri için onlardan çoğunluk gibi düşünmeleri beklenirdi. Başka kültürler, dünyalar, bilgi alanları, kimsenin merakını kurcalamazdı: Bilginin ne işe yarayacağını sormak daha kurnazca bir tutum sayılırdı. Ve bütün taşralaşmış kültürlerde olduğu gibi kendi dünyamız bizlere bütün dünya olarak gözükürdü o zamanlar.
Sayfa 248Kitabı okudu
Hikmet Kıvılcımlı (1902-1971) Fotoğraflarında upuzun boyu, kayalığı andıran ge­niş alnının üzerinde yükselen gür saçları, yuvarlak kemik çerçeveli gözlüklerin içinden bakan zeki­ delimsirek gözleriyle, bir deli-dahi portresi gibidir. 1960'lardan 1983'e TKP'yi idare eden 1. Bilen gibi "manyak, zıpır, akıl hastası megaloman" demeseler de ona, birçoklarına eksantrik göründüğü kesin.
Reklam
Ekonomik gelişmeden hükümetin elde edeceği meyveler gerilla gücünün elde edeceklerinden çok daha fazladır ve gelişmekte olan ülkeler dünyasındaki ekonomik kaplanların görece sakin bir yaşama kavuşmalarının nedeni de budur. Yoksulluğun etkileri ne olursa olsun, yoksulluk ve genç ve erkek ağırlıklı nüfus yapısı gibi diğer "yapısal
Arafat’ta Bir Çocuk
1960 ve 12 Mart 1971’den bu yana. işçi ve siyasi mültecilerin Avrupa Ülkelerinde; dil bilmemezlikleri ve farklı kültür yapılarından dolayı yaşadığı sıkıntılar.
Sayfa 85 - İnkyKitabı okudu
1960'lı yıllarda Türkiye'de evlere TV'ler girmeye ve televizyon yayınları da yaygın bir şekilde seyredilmeye başlanmıştı. Ülkede bulunan sınırlı sayıdaki televizyonların bir kısmı, ithal ediliyordu. Türkiye'de ilk televizyon, Philips markasıyla üretildi. 1930'da Galata Kozluca Han'da kurulan Türk Philips, Türkiye'deki ilk fabrikasını 1956'da Levent'de kurdu.1957'de Philips'in fabrikasında radyo üretimi gerçekleştiren Philips, 19 Mayıs 1967'de Philips lisansıyla siyah-beyaz olarak üreterek Türkiye'de bir ilke imza attı.
Sayfa 77 - Business DergisiKitabı okudu
Arçelik 1955'te kuruldu. Türkiye'deki beyaz eşya sektörünün her alanda öncülerinden olan şirket, ilk çamaşır makinesini 1959'da ve ilk buzdolabını da 1960'da üretti. Arçelik, markaları yüzde 50'den fazla payıyla yıllardan beri pazarın lideri durumunda olan Arçelik, bugün 12 satış ve pazarlama şirketiyle dünya genelindeki
Sayfa 64 - Business DergisiKitabı okudu
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Amerikan kültürü, dünyanın her tarafına hızla yayılıyordu. Levi Strauss'un 1800'lerin sonunda Amerika'yı demiryolu döşeyerek kat eden işçiler için tasarladığı blucin, Karaköy Necati Bey Caddesi'nden İstanbul çevresine, Ankara'da da Hergele Meydanı ve Samanpazarı'ndan Anadolu'ya
Sayfa 48 - Business DergisiKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.