Yaralandıkça ne çok şeyi özlüyor insan…
gerekli, gereksiz ne varsa özlüyor.
çocukluğu değil.
genç günleri değil.
sadece eski evlerin arasında yokuş aşağı yürüdüğü sabahları.
ayaklarına dur diyemediği…
her şeye inandığı…
her şeyin mümkün olduğu sabahları..
bugünü dün, yarını çok önceden yıktıkları bu sabahlara ait değilim ben.
zaman akıyor, su akıyor, annem kapıdan sokağa çıkıyor.
ben evden çıkamıyorum..
bu kayıp sabahlar, benim sabahlarım değil.
büyüdüğünü, hiç yıkılmaz dediğin dağlar kendi kendini yıkınca anlıyormuş insan..
olacak gibi olanlar son anda olmayınca..
olmayacak olanın olmasına çoktan alıştım..
sevmeyi çok özledim… Kemal Hamamcıoğlu
İçinde kendi kendim olmaktan çıktığım bu gece nereye kadar gidecek? Basitlik sözcüğünün tehlikeli bir niteliği var. Ve ben bu gece yaşamın belirli bir saydamlığı karşısında artık hiçbir şeyin önemi kalmadığı için ölmek istenebilmesini anlıyorum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. Saygı görür. Sonra, bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konuşur onunla. Evine dönünce, adam kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramdan söz edilir. Hayır. İlle de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde, onun basitliği şaşırttı hep beni.
Gerçekten tuhaf bir çağ! Kafaların karışık olmasında ve kusursuz bir koca iken Tanrıtanımaz olan bir dostumun zina işleyince dindar kesilmesinde şaşılacak ne var!