Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri
Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin
Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey
Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin
Anne seninle bağrın döğer gider mi acı
Hanidir Ferhad’dan aldığın ders taş senin
Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili
İşitmez oldun beni kalbin taşdan taş senin...
Osman Sarı
“Derd ü belâ kemend-i mahbübdur;” der eskiler. Dert ve bela, sevilenleri çekmek için atılan kementtir. Gül habercisinin diken olduğunu unutmamak lazım.
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim senin.
Mahmur bir tohumdun delikanlı
Ben savaşarak senin
bulanık saçlarından tutp
kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya
dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal.
Ben beni tanıyıp bilmeden evvel
Hak emretti, ben bir cennete sığındım;baba
Orada mütedim dolduğu vakit dokuz aylık bir mekana sığındım
Bir bahçedeydim dikensiz gülsüz
Oturdum aylarca ağızsız dilsiz
Bir gün yolcu oldum servetsiz malsız
İşte geldim bu cihana sığındım
Ben müslüman doğdum Elhamdülillah
Şehadet getirdim la ilahe illallah
Ümmetinim dedim ya Resulullah
Haktan gelen o sultana sığındım
Bu yolda yürüdüm didindim koştum
Ne yoruldum ne bir yağna ulaştım
Derken bir kitaptan bir yaprak okudum Haktan gelen o sultana sığındım
Geceleri gündüzleri var eden
Güneşi ayı yıldızları var eden
Maksudum ver Ey bizleri var eden
Ben Seni hak bildim Sana sığındım.
Açılır bahtımız bir gün
Böyle baktıkça batmaz ya,
Sebepler halk eder Hâlik
Kerem bâbın kapatmaz ya
Benim Hakk'a münâcâtım
Değildir rızk için haşa!
Hüdâ Rezzak-ı âlemdir
Rızıksız kul yaratmaz ya...
Tasfiye-i kalp: Kalp et parçası değil, o et parçasına tevdî edilmiş bir hakikat-ı mâneviyedir. Biz ona gönül diyoruz, insanın gönlünün de sâfîleştirilmesi lazım. Şairin birisi;
Sür gider ağyârı dilden tâ tecellî ede hak.
Padişah konmaz saraya, hâne ma'mûr olmadan.
(Yabancıları, mâsîvallâhı,gayrullâhı,fâni,boş düşünce ve hedefleri gönlünden çıkar, dışarıya at. Gönül evinde onlar bulunmasın.
Ev güzel olmazsa,mâmur olmazsa padişah gelip e öyle bir virâneye konmaz.)
Şemseddîn-i Sivâsî
Sabreyle ey gönül sabırsız olma
Cümleyi gönlüne yâr eden vardır
Darda kaldım diye ümitsiz olma
Yok iken dünyayı vâr eden vardır...
Öz gönülden bizim yârimiz olan
Sevdası sînede nârımız olan
Şu çark-ı dünyada birimiz olan
Doğup şu cihânı nûr eden vardır...
Neşet Ertaş