"Buranın bir düsturu vardı; mert ol, delikanlı ol, dürüst ol, adam ol. Bize verilen en büyük ders buydu. Gül gibi yaşıyorduk. Kendi halimizde yoksulluğumuzla mücadele ediyorduk."
"Devlet de ses çıkarmadı bunlara... Göz yumdu olan bitene, biz oraya giremiyoruz yalanıyla. Her geçen gün gecekondu bahçelerinden yükselen közlenmiş patates korkusunun yerini, esrar kokuları aldı. "
"Vallahi ben evlatlık gördüğüm zaman, annesiz babasız kaldıkları için onlara çok üzülüyorum. Yani o zaman tansiyonum yükseliyor. Kimsenin evladını kimseye koymasın Allah. Evlatlık yapmasın yani, annesi ölüyorsa o da beraber ölsün istiyorum yani yetim kalmasın."
"Bu ev, bina, sokaklar ve mahalle benim anılarımın tümü. Diğer bina sakinlerine ve o dönüşüm projesi yalanıyla ev ev gezerek imza toplayan firma yöneticilerine söyleyin, burayı yıkmalarına izin vermeyeceğim."
"İstanbul'da var mı böyle simit?" Diye sordu.
"Olmaz mı abi? Ne yaptın?"
"Yok tabi oğlum, Ankara sadece simidiyle bile İstanbul'dan daha yaşanılır bir şehir."
Soran karşısındakinin acaba ne diye bu kadar her şeyden habersiz, vurdumduymaz olduğunu, sorulan ise ötekinin neden böyle ipe sapa gelmez şeyler sorduğunu düşünerek birbirlerinden ayrıldılar.
"Her acının bir zaman aşımı var, onun acıları da zaman aşımına mı uğramıştı?"
&
Bu kavgalar hiç olmadı
Hatıralar belki de hayalde güzeldi.
İnsan hatırası olmayan yere yabancı kaldı.
(Aklımdan derhal iki lirayı eline sıkıştırarak oradan Kaçmak geçti). Kaçmak, her zamanki gibi, her şeyden kaçmak... Görmekten, duymaktan ve beraber ıstırap çekmekten kaçmak.
Bir an evvel köye varmak, ocakta küllenen bir odun parçasıyla aydınlanan toprak dama girmek ve bir köşede saklanmak istiyordu. Ne yatmak, ne dinlenmek, sadece bir dört duvar arasında bulunmak... Bu geniş karanlıktan, bu seslerden kaçmak...