Asya

Elimizden kayıp giden uzun şimdi'nin yerine bölük pörçük edilmiş an parçacıkları var. Dolayısıyla hiçbir konuşma ve eylem derinleşemiyor. Her an bir başkası tarafından çalınmaya hazır bekliyor. Bellek hatırlamıyor, çünkü o yüzeysel artık, bir anın akışına kapılarak kendinden geçebilmiş değil. An parçacıkları hayatımıza dokunup geçiyor. Biraz seçiyor, biraz arkadaşlık ediyor, biraz okuyoruz. Biraz biliyoruz. Hepimiz biraz insan olmuşuz.
Reklam
Her yetenek ve nitelik, kendine özgül şartlar bulduğunda serpilip gelişir. Ayrıca hayatta her alanda çok başarılı ve istidatlı olmayı da beklememeliyiz. Bir alanda serpilmenin bedeli, başka bir alanda zayıf kalmak olabilir. İnsanlık durumu tam da budur.
Affetmek geçmişi değiştirmez ama geleceği genişletir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kendine iyilik yap, dünyaya iyilik yap. Dünya kötülere bırakılmayacak kadar güzel ve iyiler mağlubiyeti bu kadar kolay kabullenmemeli.
Gölgeler arasında bir yol ararız, maddeden manaya, kabuktan öze, dıştan içe. Nereye aitiz? Anılarımıza ve geçmişimize mi? Yoksa önümüzde belirli belirsiz uzanan geleceğe mi?
Reklam
Her yeni günde şaşırarak sev hayatı. En aşina ve sıradan olan şeyde bile sıradışı bir şey bulacak gibi sev. Bakmayı öğrenmek, sevmeyi öğrenmektir. Aslında tersi de doğru: Sevmeyi öğrenmekle de bakmayı öğreniriz. Anlamak için sevmek gerek.
Kendini dinlemeyi, kendine saygı duymayı ve sevdiğinde, işitildiğinden ve saygı duyduğundan emin olmayı öğren. Kendini tevazu ve saygınlıkla sev, değişmeye, tekamül etmeye hazır olarak.
Sessizlik bütün asaletiyle hayatımızın her cephesinden geri çekiliyor. Ruhumuzun kıyılarını döven ses dalgaları bize ne bir özlem duygusu ne de bir kavuşma heyecanı bırakıyor. Hız ve gürültü, sonunda aşkın yüzlerce yıllık anlamını da yutuyor.
Günümüzün aşkları görünmek istiyor. Kıyıda köşede gizlenmek istemiyor, bilinmek, ilan edilmek, ses çıkarmak istiyor. Özlemek istemiyor âşık, hemen kavuşmak istiyor, sevdiğini her an kapsama alanında tutmak, hapsetmek, boğmak istiyor. Aşk, beklemeye tahammül etmiyor. Aşık sevmek değil, sevilmek derdinde. Sevilsin, şu karanlık dünyada kendisine bir ışık dehlizi açılsın, sevilmeye değer olduğunu biri ona söylesin istiyor. Yücelmek için yüceltiyor, sevilmek için seviyor
Reklam
-Şapkacı Arlet Mamam ben doğunca pişman olmuş babamla evlendiğine. Anlatırdı, aşk laftır derdi. Üç günde biter, bitince kalırsın ellerin çamaşır leğeninde.
-Şapkacı Arlet Bir an yaşlıların yalnızlıklarıyla ne tuhaf bir ilişkileri olduğunu düşündüm. Hem delicesine bağlıydılar, en yakınlarına bile tahammül edemiyorlardı, hem de şiddetle korkup kurtulmak istiyorlardı yalnızlıklarından. Yalnızlık avuçlarında bir kor parçası gibi duruyordu, ne kimseye vermeye kıyabiliyorlar ne yanmaktan kurtulabiliyorlardı.
Bayraşevski ailesinin yedi aylık doğan altıncı çocuğu Falma hep şöyle düşünmüş, ama kimseye söylememişti: "Ben yedi aylık doğdum, demek ki ömrüm kısa olacak... Bu saplantı yüzünden iki oğlunu yetiştirirken bir gün onların annesiz kalabileceklerini düşünüyor ve ikisine de yemek yapmayı, kendine bakmayı öğretiyordu. Oysa yanılıyordu. Allah ona uzun ve renkli bir ömür vermiş, ama ilk aşkı, kocası Cemalettin'den esirgemişti. Ankaralı olah daha on seneyi bile bulmamışken Cemalettin'in ileri derecede kanser olduğu ortaya çıktı, kısa süre içinde öldü.
Biliyor musun ki iyi yaşanmış hayat bir hazinedir... Fatma beş kardeşiyle çok mutlu bir çocukluk yaşadı. Uzun ömrünün her dönemecinde korkuya kapılmış olan Fatma, uzun masalının sonuna yaklaşırken arkasına baktığında, boşuna korkmuş olduğunu gördü. Mutlu yaşamıştı.
Vücudum ruhumun buyruğunda olmalıdır. Ruhum da mutlak âleme başım uzatmalı, ora­ dan soluk almalı, oradan göz ve gönül almalıdır. Ruh, sürekli olarak, Allah’ı bilme, Allah huzu­ runda olma savaşı içinde olacaktır. Buna engel ol­ maya çalışan benlik içi veya ben ötesi bütün yâd varlıklarla savaşacaktır sürekli olarak ruh.
521 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.