Büyük umutlarla başladım. Sayfaları çevirdikçe o umutların gerçeğe dönüştüğünü sanıyordum. 200.sayfadan sonra büyük bir yıkıma uğradım.
Berbattı.
Böyle güzel bir kurgu nasıl bu derece mahvedilebilir?
İlk defa- gerçekten ilk defa bir aşk üçgeninde arada kalacağımı sandım, iki erkek arasında kalacağımı sandım. İkisini de sevebilecek kapasitem vardı. AMA bu sefer kitaptaki kızımız kimi sevdiğini NET bir şekilde biliyordu. Böylelikle diğer karakter araya gitmiş oldu.
Theo ve Paul.
Theo'dan kibirli olarak bahsediliyordu ama asla böyle bir davranış görmedim. Bir sempatiklik görmedim. Sadece yazılan, uygulanmayan bir kafa karışıklığıydı kısacası. Saçmalıktı. Sanki başka kız yokmuş gibi ikisi de Meg'in peşinde. İşte başlarda böyle değildi, Paul geri plandaydı. Gizemliydi ve onu severim gibi geldi. Meg kimi sevdiğini bilmiyordu falan.
Tamam aşk üçgenlerinde hep böyle oluyor sanki başka kız yokmuş gibi tek bir kızın üzerinde odaklanılıyor ama kasmıyor. Sıkmıyor. Heyecan veriyor. Bu kitapta öyle bir şey yoktu. Ve şu an farkındaysan kitabın konusuna bile değinmiyorum çünkü o ilişkinin saçmalığı yüzünden konu falan gözüm görmedi. Güzel bir ilişki düğümü olsaydı gerçekten okunabilecek bir konusu vardı.
Üzgünüm. SAÇMAYDI. Bütün karakterler saçmaydı. Sinirlerimi bozdular. Yeter artık. Hiç samimi değildi. Bir gram samimiyet yoktu.Bir daha Claudia Gray okumayı düşünmüyorum. Bunu okuyacağıma The Boy and His Ribbon'ın 100 sayfasını okumuştum. Neyse.
Bu kitabı beğenenler de neden beğenmiş çok merak ediyorum. AYDINLATIN BENİ!