Aşka düşen bir insanın kendi ruhunda filizlenen bu duyguyu, gözlerini kapayan büyüyü bir bilgin gözüyle seyretmeye vakti yoktur. Kalbinin ne zaman ve nasıl hızla çarpmaya başladığını, nasıl birdenbire kendini feda edebilecek kadar güçlü bir bağla bağlandığını, nasıl kendini unutup sevgisiyle bir olduğunu, zekâsının nasıl uyuştuğunu ya da alabildiğine inceldiğini, iradesinin, düşüncesinin nasıl esir olduğunu, dizlerinin nasıl titrediğini, ateşinin nasıl yükselip gözlerinin nasıl yaşla dolduğunu göremez...
Hayatınıza girmesine müsade ettiğiniz kişileri çok doğru seçmek gerekiyor ,bazen o kişi sizi kendi benliğiniz dışında farklı karaktere dönüştürebiliyor ve o halinizden sizi sorumlu tutar kendisini değil ....
Hakkında hiçbir şey bilmediğim yeni bir çağın açıldığı belliydi. Varlığından bile haberdar olmadığım bir kıtaya kendi isteğim dışın da sürülmüş gibiydim. Orada ne bulacaktım? En küçük bir fikrim yoktu! Bunu alkışlamak mı yoksa buna hayıflanmak mı gerektiğini de bilmiyordum haliyle...🌹
İnsanın kanı kıpkırmızı kaynadıkça, insanlık genç ve dinç kaldıkça başkaldırılar, devrimler hep olacaktır. Devrimler de fırtınalar gibi gereklidir: Güneşin gözleri kamaştırması, havanın tazelenmesi, çiçeklerin kokular yayması için. Ancak ağzında diş kalmamış olanlar her şeyin evcilleştirilmiş, tamamına ermiş, tartılmış, ölçülüp biçilmiş.
Aşk da geçiyor. Bense öyle sanıyordum ki âşıkların hayatı sıcak bir öğle vakti gibi rüzgârsız, hareketsizdir. Halbuki sevgide de rahat yok. O da değişiyor, durmadan değişiyor... Bütün hayat gibi.