Istırap insanoğlu için gündelik ekmek, ölümse sadece bir kaderdir, ikisinden de kaçılamazdı. Asıl dava, derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleştirmek, ölümlü hayata şahsi bir çeşni vermekti.
Ona göre esas olan, zaman dediğimiz şeyi insan ruhunun benimsemesi, bir meyve ısırır gibi, kendi izlerini ona kuvvetle geçirmesiydi. Her türlü saadet ve felaket düşüncesinin üstünde bir talihin kendisini tamamlaması lazımdı.
"Ben bilakis o kadar bile mesut olmadım, sadece sevdim." diyordu. O sadece sevmişti, aşk kelimesinden belirsizce hissedilen en büyük manasına kadar sevmiş, ölümlere kadar sevmişti; fakat onu istemenin bile cinayet olduğunu görerek hayatta sevdikleri tarafından sevilenler olduğunu düşününce ah ediyordu.
Tekrar o yara, o küçük yara feryat etti. Ah niçin ona yetmiyordu? Niçin ona her şeyi unutturamıyordu? Erkek kalbinin kadın kalbinden daha isteyici olması bir haksızlık değil miydi?