Sesim titriyor senden bahsederken,
Gözlerim doluyor ismini her duyduğumda,
Nefesim kesiliyor kokunu aldığımda,
Olmuyor, canım yanıyor,
Seni beklemek ağır geliyor,
Hemde gelmeyeceğini bile bile...
"Tiens! Çok romantik bir hikaye bu. İlk karşılaşma Paris treninde. İkinci burada. Yolculuklar aşıkların kavuşmalarıyla sona erer. Böyle derler değil mi?"
Descartes, toplumların ileri ya da geri diye ayrılmayacağını; ülkelerin gelişmişlik ve zenginliklerinin, zamanın planlı ve programlı kullanarak çalışmalarından ve dinlenmelerinden kaynaklandığını ileri sürmektedir.
Ölüm diye bir gerçek var ve biz o yokmuşçasına birbirimizi kırıyoruz, yaralıyoruz belki gerçekleşecek ölümden sonra bile bize birbirimize zarar verecek hatalar yapıyoruz. Dilimiz, elimiz, aklımız en önemlisi de kalbimizi hapis olmuş bu dünyaya hiç bitmeyecek bir rüyadaymışız gibi yaşamaya devam ediyoruz. Öyle olmuyor maalesef gün geliyor gitmez, ölmez dediğimiz tüm sevdiklerimiz ölüyor ve biz sadece arkasından ya söylediklerimiz için ya da söyleyemediklerimiz için pişmanlıkla bakıyoruz. Her ölüm yaklaştığında bir daha yapamayacağız diyip tekrar tekrar aynı hataya düşüyoruz. Böyle olmamalı tamamen çıkarmalıyız hayatımızda birbirimizi üzmeyi. Tamam Polyanna gibi dolaşamayız etrafta ama çok daha dikkat etmeliyiz. Ölüm bu gelmez dediğin anda kapını çalar her şey için çok geç olur.
Winston konuşabilecek kadar kendini toparlamıştı. "Yapamazsınız!" dedi güçsüzce.
"Bu sözünle ne demek istiyorsun Winston?"
"Şimdi tarif ettiğin gibi bir dünya yaratamazsınız. Bu bir rüya. İmkansız."
"Neden?"
"Korku, nefret ve zulüm üzerine bir medeniyet inşa etmek imkansız. Asla uzun sürmez."
"Neden olmasın?"
"Yaşama gücü olmaz. Dağılır. İntihar eder."
Ne bu yangın sönecek
Ne de ben seni unutacağım,
Sadece sensizliğe alışacağım.
Hayatıma devam ediyormuş gibi yapacağım
Ama gece köşeme çekileceğim,
Eskiye, sana döneceğim.
Kapattım gözlerimi seni, beni, bizi düşündüm
Ne bizden ne de senden bir şey kaldı,
Var olan tek şey benim.
Sen bende bitmişsin.
Senden bana kalan tek şey...