Ben zannediyordum ki ömürlerimizin teknesini istediğimiz sahile götürmek için yalnız onun dümenini ele almak kâfidir... Şimdi anlıyorum ki değilmiş... Yollar görünmez kayalarla doluymuş... Onlara çarpmamak lazımmış... Daha fenası gizli cereyanlar varmış ki insan onlara kapıldığı zaman yolun değiştiğini, gittikçe uzaklaştığını farkedemezmiş... Tâ kendisini başka sahillere düşmüş görünceye kadar...
Demek ki herkesin içinde ancak kalbiyle birlikte içinden söküp atabileceği bir acısı varmış ve herkes bu acıya sahip olmasını gerektirecek bir şey yapmış...
Onlara göre itaat erdemdi, gurur ise kusur, "BİZ," Tanrı'dan, "BEN" ise Şeytan'dan geliyordu. İşte ben, herkesle aynı hizada ama yine de herkesten ayrıyım.
Gülüşler farklı renklerde olur. Gülmek içinizdeki patlamanın sadece uzaktan gelen yankısıdır; belki kutlamaların renkli, kırmızı, lacivert, altın havai fişekleri gibidir, belki de insan bedeninin havaya uçan parçacıklarıdır.
Sen kendi duvarlarının gerisine çekiliyorsun. O, kendi duvarlarının gerisine çekiliyor. Bir başka kentte. Bir başka ülkede. Herkes bir başka kentte. Herkes bir başka dili konuşuyor. Ya da anlamaya çalışıyor. Aynı dili konuşan iki kişi yok. Her sözü, insanın kendisi için söylediğine inanıyorsun. Her söylenen söz, bir biçimde insanın kendi kendini onaylaması. Karşısındakine birşey anlatmak istese de, gene kendi gerçeğini, bilmişliğini ya da doğru algılayışını kanıtlamak için söylenen sözler.