Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Betül Erkoyuncu

Betül Erkoyuncu
@Betulerkoyuncu
“Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramwaydayız...”
“Biraz sonra o yoksul adamların her biri köşklere, yalılara kurulmuşlar, haşmet, debdebe, havasına koyulmuşlardı; fakat paralarını memlekette değil, dışarıda, Frenk illerinde yiyorlar, burada zahiren gayet muktesit bir hayat sürer görünüyorlardı. Hiç şüphe yok ki bizim Paşa’nın eski devirde sarf ettiğinden fazlası ceplerinden çıkıyordu, lakin bu memleketin adamlarına değil, Paris’in Berlin’in mahbubelerine kısmet oluyordu. Yavaş yavaş konaklar dağılıyor, ufalıp parçalanıyordu. Yazık ki eski devrin o eşsiz güzelliği bu pespaye gönüllü adamların elinde mahvolup gitmişti. Evet, işte yeni devir simaları hep böyle şanssız, bayağı, zevk vermez, kaba adamlardan ibaretti.”
Sayfa 110Kitabı okudu
Reklam
Fikri Paşa’nın konağı o devrin en mühimlerinden biriydi. Kışın saraçhane başında otururduk; set, set bir kûhî bahçe içinde iki yüz senelik bir köhne binaydı; yazın Kandilli’ye taşınırdık; deniz üstündeki asıl yalı, ucu bucağı bulunmaz bir odun enkazıydı, lakin arkada, dağda yeni usul kocaman bir de köşk yaptırmışlardı. Ah, o konak ve orada geçen ve o unutulmaz kışlar! Kapının bile kendine mahsus bir vakarı, azameti ve tiryakiliği vardı; açılamaz, itilemez, sökülemez gibi sağlam, suratlı bir oturuşla hemen daima kapalı dururdu. Evin beyleri ekseriya muayyen saatlerde, çok intizamla gelip gittiklerinden içeride, bahçede, duvara gömülü bir tahta barakada bekleyen kapıcı vaktini bilir, hazır dururdu, köşeden arabanın gürültüsü duyulunca, hemen sürgüleri çıkarır, kocaman tunç topuzları yakalar ve kuvvetle çekerdi. Kapı derhal zahmetsiz gibi kayarak, sessiz açılırdı. O zaman araba, hiç beklemeden, yoldaki süratiyle girer, dama tahtası şeklinde yapılmış karalı beyazlı kakma çakıl taşı yolda büyük bir patırtı çıkararak mermer merdivenin önüne gelirdi. Bizler, aşağı kat misafirleri ve halayıklar sokaktan içeri bir haber getiren bu sese muhakkak koşar, kafeslere birer defa başvururduk. Konak caddeyi, gelen geçeni görmediğinden bu bize bir eğlence olurdu. Harem tarafından girilince kocaman mermer bir taşlık başlardı. Parıl parıl yanan ve ekseriya yeni silinmiş bulunan bu geniş meydana birçok kapılar açılırdı. İşte aşağı kat, hizmetçi ve halayık dairesi burasıydı. O ayrı bir âlemdi; kendine göre misafirleri, eğlenceleri, istiklali vardı; yukarıdakiler haber bile almazlar, bir defa inip de kapısından bakmazlardı.
"Gurbette, yabancı diyarlarda kalmış gibiyim; yerime, evime, membaıma dönmek arzusunun bir açlık gibi içimi bayılttığını duyuyorum. Aynı İstanbul'un içinde İstanbul'u arayarak ve artık bulamayacağımı pekiyi anlayarak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
198 syf.
·
Puan vermedi
İstanbul'un Bir Yüzü
İstanbul'un Bir YüzüRefik Halid Karay
7.3/10 · 213 okunma
Reklam
176 syf.
·
Puan vermedi
Haluk Hoca’nın 1968’de Hereke’den Mekteb-i İdadi’ye gelerek başlayan İstanbul yaşantısını kaleme aldığı bir “Boğaziçi’ni Sevme Sanatı” adeta. Bir şehir ne kadar sevilirse öyle seviyor hoca İstanbul’u. Ağaçları, balıkları, erguvanları, yalıları ve musikisiyle. İstanbul’da yaşamak başka İstanbul’u yaşayabilmek bambaşka. Bir semt badem ezmesiyle, çileğiyle, yoğurduyla nasıl sevilir; bir yalı önündeki Oya ağacıyla, fıstık çamıyla, korusuyla nasıl diğerinden ayrılır; bir şehrin balığı lüferi, gümüşü,kalkanı onu ötekinden nasıl ayrıştırır hoca zarif, güzel üslubuyla anlatıyor. Semt semt yalılar listelenmiş ve güzel bir de musiki listesi oluşturulmuş. Kitabı okurken keşke hoca hayatta olsaydı da güzel bir Boğaz gezisinde onu dinlemek kısmet olsaydı diye iç geçirmeden edemedim.
Boğaziçi'nde Kırk Yılım
Boğaziçi'nde Kırk YılımHaluk Dursun · Heyamola Yayınları · 200944 okunma
“içinde olması gereken bir şeyin kaybından hangi mağaraların ücrasına saklandığımı, oradan çıkmamak üzre kendime davalar aradığımı anlıyorum. her şeyi tamamlayacak olan o şey. ancak onunla var olabilirim. ırmak bir başlangıç. bir düş. ama bir yol ve yoldaş. ne tabiat parçası, ne çiftlik hayali. ne kaçıp gitmek, ne ekip biçmek. sefer de içimde, tahammül de.”
Sayfa 124Kitabı okudu
124 syf.
·
Puan vermedi
Dava, cemiyet, medrese bağlamında Anadolu çocuklarının kendilerine dünyada bir yer bulma çabası. Vaktiyle inandıkları, mücadele ettiklerini zaman içinde hayatlarına eklemleyemeyip başka yollara, mecralara savrulmaları. Nesillerin tutundukları dalların bambaşka limanlara sürüklendiği bir Kutlu hikayesi.
Ya Tahammül Ya Sefer
Ya Tahammül Ya SeferMustafa Kutlu · Dergâh Yayınları · 201313,1bin okunma
“Hayat her gün çatışmayı inkar etme, asgariye indirme, sınırlama ve ondan kaçma çabalarıyla doludur. İnsanlar karşılaşmalardan kaçınırlar ve yaraların deşilmesinden ya da nelerin yanlış olduğunu belirleyen kurallar koyulmasından çok rahatsız olurlar.”
Sayfa 14
“Televizyon seyircisi gibi gezgin de dünyayı uyuşturucu biçimde deneyimler; mekan içindeki hassasiyetini yitirmiş olan beden, parçalı ve süreksiz bir kent coğrafyası içine yerleştirilmiş hedeflere doğru pasif bir biçimde hareket eder.”
Sayfa 13
Reklam
İnsam bir mezarım başındayken, orada yatan kişiyi kaybetmiş olmaktan çok daha fazla şeye gözyaşı döküyor.
Sayfa 219Kitabı okudu
Hayatın bir matematiği, bendedesi, mühendisliği olsa ben haklı çıkardım. Yokmuş. Bir zaman kafa yordum, baktım ki benim havsalam kâfî gelmiyor, bıraktım. Cennete bahçe demek cehenneme ateş demek cahiller içinmiş. Hiçbir şey o kadar basit değil. Biz zannediyoruz ki insan ölünce çürümeye başlar. Doğru değil. İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil hayattır. Başkasından değil kendimden biliyorum.
Sayfa 169Kitabı okudu
100 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.