<< Zikir ve zikrin tesiri bir denizdir. Bir deniz ki, kimse dibine varamamıştır.
Dalgalı bir Derya ki, dünya onun tek dalgasını görmüyor...
dünyayı kavrayan bir okyanus ki, onu kuşatmaya kâinatın gücü yetmez.
Nihayetinde kimsenin erişemeyeceği bir âlem...
Her zerreye nüfuz etmiş, sızmış, sahilsiz bir ummân...
Zikir, zikredenlerin kalblerinde doğan bir hâl ki, söylemesi, yazması, bildirmesi imkânsız...
Allah’ı bilen kimsenin, dili söylemez olur; kelime bulamaz ki, anlatabilsin...
şaşırır kalır; dünyadan ve insanlardan haberi olmaz.
Zikredilen Allah olduğu gibi, zikreden de ancak odur.
Kendini, yine ancak kendisi zikredebilir...
Mahlûkların, onu zikredebilmek haddine mi düşmüş?..
Ancak ilâhi sıfatlariyle sıfatlanması için yarattığı insana kendisini zikretmesini emretmiştir ki, herkes, yaradılışındaki kabiliyeti derecesinde o nihayetsiz, dalgalı denizden bir şeyler, bir teselli bulsun, rahata
Kavuşsun...
Veysel karânî, o deryanın bir damlasiyle teselli buldu.
Cüneyd, o denizden bir avuç suyla doymuş kanmıştır.
Abdülkadir (Geylânî), o denizin ancak kenarına varabilmiştir.
Muhiddin (Arabî) ise diplerden çıkarılmış bir cevherle övünür.
İmam-ı Rabbânî o denizden büyük pay almıştır.>>