Bence kitapta asıl önemli olan Frankenstein'ın, bir insanın kibrinin, haddi olmayacak kadar büyük bir şey yani canlı bir varlık yapma isteği ve tabi bunun doğurduğu sonuçlar. Önemli olan sadece canlı bir varlık yapmak değil aslında ona hak ettiklerini de verebilmek. Dünyada eşi olmayan , yalnız olan hiçbir canlı yok ama Frankenstein'ın canavarı hep yalnızdı ve bu yalnızlık kitabı okuyan insanları çok düşündürüyor, çok üzüyor. Gerçekten de bu haksızlık değil mi?
Kitabı okurken bir çok kere ben Canavarın yerinde olsam ne yapardım diye düşünüyorsunuz. Hatta belki de yaptığı bir çok kötülüğe istemeden hak veriyorsunuz. Belki de bende yapardım diyorsunuz. Öte taraftan Frankenstein’a bir çok kez öfkelenip sonra durup düşündüğünüzde ona da üzülüp, hak veriyorsunuz. Ama kesin olan bir şey var ki hiç bir canlı varlık ister insan olsun ister insanların canavar olarak nitelendirdiği ( ki bence değil) bir varlık olsun hiç kimse yalnız olmayı, dışlanmayı, hiç sevgi görmemeyi hak etmez.
Bu kitabı çok sevmeme rağmen beni rahatsız eden bir şey vardı. Buda yazarın Türklere bakış açısı. Kitapta bir yerde “Türk kadar sessiz” diye bir ifade geçiyor. Bu ifadeyi hiç anlayamadım. Ayrıca Safiye ( Arap kız )’nin babasının bir Türk olması ve kitapta anlatılan bazı rahatsız edici, etik olmayan şeyler yapması. Bu durum ister istemez insanı rahatsız ediyor.
Frankenstein en sevdiğim kitaplardan biri. Kesinlikle okunmaya değer bir kitap. Aslında eminim ki bir çok insan zaman zaman hatta belki bazılarımız her zaman kendini yalnız hisseder. Bu kitabı okuduktan sonra görüyorum ki hiç birimiz Frankenstein'ın Canavarı kadar yalnız değilmişiz.