Gilles deleuze der ki; "Sanat direnendir: ölüme, köleliğe, alçaklığa, utanca direnir."
Ahmed Arif, sanki bir şair, bir Aydın olarak bu anlamıyla direnişin vücut bulmuş halidir.
Başka bir çağa doyamam,
Çağın pençeleri sırtımda.
Yük gibi omuzlarıma binen
Şu kendini yakan baba.
Yirmi dokuz adımlık nefesim
Ve bir türlü eğitilmeyen iki elim,
Hiç hatırlanmayacak şiirlerim
Üstüne üstlük hiç ölmeyecek gibi seven bir kalbim var.
Koca bir yıl girdi aramıza,
Koca koca adamlar konuştular televizyonlarda
-ne olur yattığın yerden kalksana.
Otuz yaşına varınca
Büyüyeceğim sanırdım
Kimsenin acısını görmeyecek
Mezarını ellerimle kapatmayacaktım
-öyle olmadı, olmayacaktı.
Bu devran zalimlerin devrana
Bu alev, içimin öfkesi
Üstüme yapışan yanıldı-
Dünya yıkıldı dediler.
Ama döndü bir şekilde.
Ve görüyorsunuz işte!
Yeniden sevdim
Ve terk edildim yeniden.
Terk etmeyi öğrendim.
Gerçekliğini sorgulamaktan duyduklarımın, rüzgarına kapılamıyorum.
Kemanın sesi gibi hayallerin; huzuru ve hüznü bir arada hissettin mi hiç?
Durduk yere sebepsiz kızdın mı en şefkat beslediğine?
Her gün yere düşer hayallerim yanında, rüzgarını yitirmiş uçurtma gibi ya da bir yağmur tanesi.
Sen nereden bileceksin ki ne hissettiğimi?
Hem yağmurlar yağıyor kalbime, hem bir güneş doğuyor, kamaşıyor yüreğimin gözleri. Görünmüyor gerçekler o zaman ve gizleniyor şavkında, senin yanında doğan güneşin.
Seni dinlerken damarlarımdan geçiyor gibi kelimeler.
Aşk'a yazılan cümleler bunlar. Bir çocuk, bir yer, bir adam, bir kadın, bir mevsim, bir görüntü zihninin bir yerinde kalan belki ve belkide bir hayal olan. öznesi yalnızca karnındaki sancı olan hissettiğinin ta kendisi.
Cenazelerde dökülen gözyaşları'nın hiçbir toprağı ıslatmadığına ve kalanların, gidenlere değil de kendi ölme ihtimallerine ağladığına, sadece mezar taşları şahittir.