Hayat değişir.
Aşkı kaybederiz.
Arkadaşlarımızı kaybederiz.
Hiç kaybetmeyeceğimizi sandığımız parçalarımızı kaybederiz.
Sonra biz farkına bile varmadan bu parçalar geri gelir.
Yeni bir aşk başlar.
Daha iyi arkadaşlar ediniriz.
Ve aynaya daha güçlü, daha bilge bir versiyonumuz bakar.
Bir şeyler ne kadar kötüye giderse gitsin, güzel günler de gelecektir.
Güzel günler yaşayacağınızı ummak ve hayatta karşınıza çıkan gülümsemeleri, neşeleri kabul etmek hayatta ihtiyacınız olan şeydir.
İnsan işte böylesine fani bir varlık, ancak mevcut olduğunu, gerçekten etki bıraktığı yerde sevdiklerinin hatıralarında var olur ve orada da yok olup gider,hem de çok çabuk!
Biz insanlar iyi günlerin çok az ve kötü günlerin fazla olduğundan yakınıp dururuz. Oysa Tanrı'nın bize her gün için bahşettiği güzel olanı görebilecek kadar açık bir yüreğimiz olsaydı, kötü olanlara dayanabilecek gücü bulabilirdik.
O kadar uzun süredir yolumuzu kaybetmiş dolaşıyorduk ki kayıp yaşamayı alışkanlık haline getirmiştik sanki. Şimdi geriye bakarak düşünüyorum da insan yaşamı, insan yazısı gerçekten çok küçük rastlantılara dayanıyor.
Bazılarımız şanslıdır. Onu kabuğunu çok kalınlaştırmadan derinlere gömülmeden tutup çıkaran sevdikleri vardır. Bazılarımız ise en yakınlarından bile yeterli desteği göremeyince içine dönüp de kabuğunu kalınlaştırmanın ona zarar veremeyeceğini düşünür. Bazılarımızın canı da öyle yanar ki farkında değildir ne desteğin ne kabuğun ne yaşamanın. Ne fark eder sonuçta yanıyorsun ve daha çok yanacaksın. Ha içeriden olmuş ha dışarıdan. Tüm bunları yaşamak ise gayet normal bence; hayat bu acı da sevinç de yaşamaya dahil. Burada sorun görülecek bir nokta varsa o da kabuk değil aslında, insanların o kabuğa yaklaşmadaki çekinceleri korkuları endişeleri ve varsayımlarıdır. Zira şu hayatta herkes kendine bir kabuk örmüş ve yaşamını da içine gömmüş olabilir.