Bir acıya yapılacak en büyük haksızlık onu başka acılarla kıyaslamak. Baskıcı düzenlerin yaptığı kötülüklerden biri de bu: Acıları büyüklük sırasına sokmaya zorluyorlar. İnsanın kendi acısından utanmayacağı bir dünya kurmak gerek.
Onun kullandığı, daha önce hiç duymadığım sözcüklere hayrandım. O sözcüklerin zihnimin benden habersiz sürülmüş tarlalarında sonradan nasıl boy verdiğini iyi bilirim.
Borges, kitabın ön sözünde, “Onu kaleme alan adam çok mutsuzdu, ama yazarken çok keyif aldı; umarım o keyfin bir yansıması okura da ulaşır.” diyerek kitabı yazma dönemindeki ruh hâlini açıkça belirtmiş. Bu samimi itiraf ve dilek kitaba başlarken beni fazlasıyla etkiledi.
Kitaptan bahsedecek olursak, bu eser kısa kısa denemelerle döneminde yaşamış gaddar, sahtekar, korsan gibi farklı “alçaklar”ın yaşamlarını özetleyen bir kitap. Bu özetlemeler yazar tarafından derinlere inmeden, yargılamadan, daha çok çarpıcı bir soğukkanlı anlatımla verilmiş. Yazar, ön sözde bu denemeler için “Psikilojik metinler değiller ve öyle olmaya da çalışmıyorlar.” ifadesini kullanır.
Kitabın son bölümünde yazarın çevirdiği hikayeleri okumak da büyük bir keyif verdi bana. Hepsi birer ikişer sayfadan oluşan bu tanıdık hikâyeler içimde güzel duygular oluşmasını sağladı.
Borges’in okuduğum ilk eseriydi fakat son olmayacağını düşünüyorum. Diğer okumalarımdan farklı bir deneyim yaşadım ve bu deneyim beni zorlamak yerine tarihte yaşanmış olayları araştırma isteğine yöneltti.
“Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yer almaz; ama insanın kalbi alır. Onun için, aklını başına topla Aleksi, hayırduam seninle olsun, dikkat et, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama!”