Bu blog; okuduğum kitapları, o kitaplar hakkındaki düşüncelerimi ve altını çizdiğim cümleleri not aldığım; gelecekteki ben için hazırlanan bir arşivdir.
Bir yere yuva diyebilmemiz için o yerde ille de uzun zaman oturmamız, giysilerimizi, eşyalarımızı orada saklamamız gerekmiyor. Bir binaya yuva derken o binanın içimizden yükselen melodiyle ahenk içinde olduğunu söylemek istiyoruz.
Alman dinbilimci Paul Tillich, ailesinin ve öğretmenlerinin bütün çabalarına karşın, gençken şımarık, vurdumduymaz biri olduğundan ve sanattan hiç etkilenmediğinden söz eder anılarında. Ama sonra Birinci Dünya Savaşı çıkar; Tillich askere alınır. Birliğinden (savaşın sonuna kadar birliğin dörtte üçü çatışmalarda hayatını kaybedecektir.) izin alıp ailesini ziyarete gittiğinde, fırtınalı bir gün kendisini Kaiser Friedrich Müzesi’nde bulur. Üst kattaki küçük bir galeride Boticelli’ nin Çocuklu Bakire ve Şarkı Söyleyen Sekiz Melek adlı tablosunu görür. Bakirenin o bilgece, yumuşak, şefkatli bakışlarıyla karşıları karşılaşmaz hıçkırıklara boğulur. tillich’in deyişiyle o “aydınlanma” anında, tablonun şefkat dolu atmosferi ile siperlerde tanıklık ettiği barbarlıklar arasındaki zıtlıktır göz yaşlarını tutamamasının nedeni.
Henüz mimarlık eğitimine başlamamış biri olarak giriş yapmak için okudum. Benim gibi öğrenciler veya mimarlıkla ilgilenenler için ortalama bir kitap.
Öncelikle ilk eksiği kitaptaki resim sayısı. Neredeyse her bahsettiği şeyde durup internetten baktım ve bu çok yordu.
Terimleri ve inşaatları anlatırken takip etmesi de zordu. Notlar alıp ders çalışır gibi çalışmam gerekti. Tabii bunu kötü bir şey olduğu için söylemiyorum sadece alıp roman okur gibi okunmamalı.
Yine de mimariye bir giriş yapmak; terimleri, önemli mimarları ve yapıları öğrenmek için fena bir kitap değil.
Mimarlık 101Nicole Bridge · Say Yayınları · 2016305 okunma
Böyle bir kitaba kendi kıt bilgimle bir inceleme yazmak saygısızlıktan başka bir şey olmaz ama hakkında bir kaç cümle kurmamı da maruz görün zira etkisinden hala çıkamadım.
Oğuz Atay’a yıllar önce başlamış ama bitirememiştim. Sanırım hazır olmayı, biraz pişmeyi bekliyormuşum. İkinci okuyuşumda ise benliğimin, kitabın sayfalarına parça parça serpildiğini fark ettim. Sürekli kendimden bir şeyler buldum. Normalde düşünmeye korktuğum, düşünürsem ucunu tutamayacağım fikirleri Oğuzcum Atay açık yüreklilikle karşıma getirdi. Turgut Selimleştikçe ben de Selimleştim.
Açtığınız herhangi bir sayfada tekrar tekrar okuyabileceğiniz bölümler var. Her sayfa kıvırılmaya, her satır çizilmeye değerdi.
Bilinç akışı bölümleri için bir incelemede “zihne mikrofon koymak” deniyordu. Gerçekten de öyle bir deneyimdi. Başlarda zor da olsa yavaş yavaş her bir cümleyle başka birinin zihninin içindeymişim gibi sürüklendim. Takibi zor oldu ama hangimiz kendi zihnimizi takip edebiliyoruz ki zaten.
Roman, kendinden bir parça bulmak isteyenler ve bulmaya korkanlar için vazgeçilmez bir kitap. İleride bir kez daha okuyacağım. Bana neler hissettireceğini merak ediyorum. Kim bilir belki o zaman yazacağım incelemede tekrar karşılaşırız. Oturur kitabı tartışırız. O zamana kadar kendinize iyi bakın.