Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ertuğrul Balkan

Ertuğrul Balkan
@ErtugrulBLKN
#Düşe kalka, düşüp kalmadan.. #Stalker
8 Eylül
18 okur puanı
Şubat 2018 tarihinde katıldı
Van Gogh'u 37, Kafka'yı 40, Mozart'ı 35 yaşında öldüren sebep;
Düşünce ve sanat, en nihayet hakikatin bir yüzünü, bir parçasını, katlanabileceğimiz kadarını, yani gölgesini bize göstermekle yetinir. Düşünürler ve sanatçılar tam anlamıyla çaresizdirler; zira bizi korumak istedikleri için böyle yapmak zorundadırlar. Bizi, yani bütünü elde edebileceklerini sananları... Peki, bizatihi düşünür veya sanatçı? Onlar düşünürken veya yaratırken ister istemez güneşin kendisine bakmak mecburiyeti hissederler ve çaresiz her bakışlarında biraz daha ölürler. Bizzat ışık haline gelmek uğruna gözlerini kaybederler. Onlar ölürken bize onlardan kalan mini mini huzmelerdir, hem de bir defada tümüne bakamayacağımız denli yoğun huzmeler.
Sayfa 18
Reklam
Hermenötik Döngü
Anlamak temelde ilişkili bir faaliyettir; biz halen bildiğimiz bir başka şeye mukayese ederek bir şeyi anlarız. Anladığımız şey, sistematik birlikteliklere veya parçalardan oluşan döngülere kendisini çevirir. Döngü, bir bütün olarak parçaları belirler, parçalar da bir araya gelerek döngüleri oluşturur. Örneğin tam bir cümle bir birliktir. Tek bir kelimenin anlamını tam cümle içerisindeki yerine bakarak anlarız; buna karşılık cümlenin bir bütün olarak anlamı, bireysel kelimelere dayanmaktadır. Bundan hareketle, bireysel bir fikir, anlamını kendisinin de içerisinde bulunduğu bağlamdan veya ufuktan alır; öte yandan bu ufuk, kendisine anlam kazandıran unsurlardan oluşmaktadır.
Oysa ebedi eserler, temelde analiz edilecek nesneler olarak değil, konuşan insani yapıtlar olarak ele alınınca en iyi şekilde anlaşılabilirler. Bir kişi, muhteşem bir lirik şiir, roman veya tiyatro eserinin canlı dünyasına girecekse, kendi şahsi “dünyasını” riske atmalıdır !

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yorumlamak aktif bir eylemdir.
Schleiermacher edebi ya da dini metinleri, Dünya-Tininin dokunduğu bir zihnin linguistik ifadesi olarak görür. Bu yüzden yorumlayanın görevi sözcükler aracılığıyla geriye, yazarın düşüncelerine gitmek, yazarın zihin durumunu, hangi genel niyetin metnin her bir başka parçasını belirlediği şeyi belirlemek için yazma noktasında YENİDEN İNŞA etmektir.
Belki de bu modern bilgi ideali en çok şu ifade de açığa çıkar: “ Bırak da kendi kararımı vereyim.” Gerçekten de kelimenin tam manasıyla, yani boş bir tahtayı özenle seçilmiş bilgilerle dolduruyormuşuz gibi “karar veriyor” muyuz? Elbette ki, kişinin kendisi için düşünmesinde yanlış bir şey yoktur ama düşüncemizi yönlendiren gelenek ve otoritelerden yalıtılmış bir biçimde kendi başımıza düşünebileceğimiz yanılgısına kapılmamak şartıyla.
Reklam
Yorumlama çıplak olgular net olmadığında, ara ara gerçekleştirdiğimiz opsiyonel bir etkinlik değildir. Dünyayı anlamlı olarak deneyimleyebileceğimiz tek biçim yorumlama aracılığıyla olandır. Algılamak yorumlamaktır.
Doğum, ölüm, açlık ve barınma ihtiyacı gibi evrensel insani deneyimler dünyayı görme biçimimizi belirler ve her bir özel kültürün şekillenmesini de destekler. Bunun da ötesinde kültür, dil ve yetişme tarzı, bilinçli karar vermeden çok önce tutumlarımızı şekillendirir. Ait olduğumuz topluluk ya da gelenek, dünyayı görmemize aracı olan mercekleri bize sunar.
Hükümetlerin prensiplerini, Quintus Curtius’un şu sözü sanırım açıklamaya yetecektir: Kalabalıkları, hurafelerden daha iyi hiçbir şey yönetemez. Hele ki onlar, haddini bilme ve dönek din çılgınlığı tarafından ele geçirilmişlerse. Onlar bir sürünün çobanına yaptığı gibi papazlarına da saygıda kesinlikle kusur etmezler.
Merhamet - Ahlak
Velhasıl ne kadar düşünürsek düşünelim, ne kadar kafa yorarsak yoralım, davranışların temel güdüsünü oluşturan sebepler olarak karşımızda, davranan kişinin rahatını veya acısını buluruz. Bu yüzden de hep aynı gerçeğe ulaşırız: Her davranışın altında bencilce bir güdü yatmaktadır. Bu sebeple de, neredeyse hiçbir davranış ahlaki değer taşımaz. .... Şöyle ki kişi kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak ona karşı merhamet duygusu besler. Bu şekilde karşısındaki kişinin dertlerine o da iştirak eder. Bu iştirak sayesinde, karşısındaki kişinin acılarını bu kişi bizzat kendisi de duyar. Bu nedenle, onun acı çekmesine engel olmaya çalışır. İşte burada karşımıza çıkan duygu, merhamet duygusudur. Bu duygu insanı, serbestçe hakiki adalet ve insan sevgisine götürür. Bir davranış ancak ve ancak merhamet duygusu ile ortaya çıkmışsa ona ahlaki bir değer atfedilebilir.
Varoluşumuz, mutluluk duygusunu en az hissettiğimiz an bize mutluluk vermektedir.
Reklam
Bir ayağı bir teknenin kenarında, bir ayağı da başka bir teknenin kenarında olan bir adam gibi duruyorum. Teknelerden biri dümdüz ileri gidiyor, öbürü de sağa dönüyor. Yavaş yavaş suya düşmekte olduğumu anlıyorum. İnsanlık şimdi tam bu durumda
Bir tek yolculuk mümkün yalnızca; kendi iç dünyamıza yaptığımız yolculuk. Gezegenin yüzeyinde gezinerek pek fazla şey öğrenmiyoruz. İnsanın geri dönmek için yola çıktığına inanmıyorum. İnsan asla başlangıç noktasına geri dönemez, çünkü o arada kendi de değişir. Ve tabi ki kendinizden, olduğunuz kişiden, kendinizle taşıdığınızdan kaçamazsınız. Kabuğunun içindeki kaplumbağa gibi, biz de ruhlarımızın evini taşıyoruz. Dünya üzerindeki ülkeleri gezmek sadece sembolik bir yolculuktur. Nereye giderseniz gidin, hâlâ kendi ruhunuzu arıyorsunuzdur.
Bana öyle geliyor ki, en dehşetli, en uzlaşmaz mücadele insanın kendi kendisiyle mücadelesidir.
Andrei Rublev’in son sahnesine dair.
Film yağmur aktındaki atların görüntüsüyle bitiyor. Bu görüntüyle hayatın sembolüne geri dönmek istedik, bence atlar hayatı simgeler. Bu benim içimdeki öznel görüş olabilir, ama gerçek şu ki, bir at gördüğümde, hayat karşımda duruyormuş gibi gelir.
91 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.