Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Fatih Kayacan

Fatih Kayacan
@Fatihkycn
Lisans
İstanbul
İstanbul, 4 Kasım 1984
41 okur puanı
Temmuz 2022 tarihinde katıldı
İbn-i Haldun, "Fazla tevazunun sonu vasat insandan nasihat dinlemektir."
Reklam
İnsanlar, onlara yeni fikirlerle gittiğinizde, size şiddetli tepkiler gösterebiliyorlar ve bu, kendi doğrularımızdan anında vazgeçilmemize sebep oluyor. Neden? Çünkü boyun eğme eğilimi taşıyoruz. "Başkası ne der?" Kaygısıyla yaşamak çoğu zaman değerli olduğuna inandığımız fikirlerin çürümesine ve gerceklesmemesine sebep olabiliryor. Kendimizden çok başkalarını önemsiyoruz.
Avrupalı birliklerin kitle halinde kullanılması müşkül bir nokta olarak kaldı; zira Haşimi önderleri seferlerini kâfir Batı askerleriyle yürütüyormuş gibi görünmek istemiyorlardı. İslam âleminin en kutsal bölgesinde Avrupalı birlikleri sahaya sürmenin yaratacağı nazik vaziyeti İtilaf subayları da takdir etmekteydi. İsyanın ilk aylarında İngilizler bu sorunu bertaraf etmek maksadıyla bölgeye Mısır birlikleri sevk etmiştir. Fransızların da kendi Müslüman kuvvetlerine dayanabilmekteydi. Daha sonra bölgeye intikal eden Hint Ordusu mensubu birlikler Kuzey ordusu'nun yanında hizmet görecekti ki bunların arasında Gurkalar da vardır. 1918'de İngiliz Yeoman birliklerinden oluşturulmuş İmparatorluk Hecinsüvar Kuvvetleri de bunlara eklendi. Dolayısıyla savaşın sonları itibariyle Arap Kuzey Ordusu'nun harpteki en kozmopolit kuvvetlerden birine dönüşmüş olduğu söylenebilir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çanakkale'de insan kaybı da inanılmaz boyutlardadır. Babam cephede tabur veya alay kâtibi olarak görev yapmış. Rakamları kendi elleriyle kayıtlara geçirdiğinden gayet iyi hatırladığını ve bir sabah 1300 küsur kişi olarak çarpışma hattına hareket eden birliğin akşama yaralılar dahil 360 kişi olarak döndüğünü söylemişti. Bu arada Ermeni asıllı tabur doktoru da akli dengesini yitirmiştir. Çanakkale'de her etnik kökenden ve dinden Osmanlı tebaası savaşmıştır. Önyargıların yanlışlığı konusunda da babamın anlattıklarını hatırlarım. Bir keresinde babam, "halk arasındaki Yahudilerin korkak olduğuna ilişkin yaygın kaanete rağmen; İstanbul'un Balat semtinden gelen ve Musevi asıllı askerlerden kurulu bir birliğinin orada kahramanca savaştığını" söylemişti.
Hannibal bir keresinde fillerini, son derece derin bir akıntıdan karşıya geçiremedi. Elinde ne gemi ne de gemi yapmak için malzeme vardı. Bunun üzerine adamlarından birine, en vahşi filin kulağının altından yaralamasını ve daha sonra hızla kaçmasını emretti. Öfkeden deliye dönen ve kendisine acı veren bu adamı kovalamak isteyen fil, yüzerek karşıya geçti ve bu şekilde diğer fillerin de aynı şeyi yapması için örnek oldu.
Reklam
1916 yılında İstanbul'da bulunan Dr. Gustav Stresmann'ın raporunda geçen bazı ilginç bilgiler şöyledir: " Bu milliyetçiliğin bir gün şovenizme dönüşüp, dönüşmeyeeğini ve bunun zamanla Türkiye'de yabancı düşmanlığına neden olmasından korkup, korkmadığını sordum. Enver, şiddetli bir şekilde bunu reddetti ve şu cevabı verdi: Şovenizme, Türkler kadar az meyilli olan bir millet yoktur. Bugün halk tarafından İstanbul'da İngilizler ve Fransızlar herhangi bir kötü muameleye maruz kalmadan yaşıyorlar. Alman Genelkurmayı'nın emirleri doğrultusunda bu savaşı yürütüyorum. Bütün bakanlıklarda Alman danışmanlarının olması benim zihniyetimi gösteriyor."
1961 ve 1982 Anayasaları
"Aslında çok partili siyasi hayata DP'den evvel Nuri Demirağ'ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi ile girdik. Bu parti Demirağ Korusu'ndaki halka açık kuzu ziyaretleriyle birlikte düzenlenen propaganda toplantıları dolayısıyla "kuzu partisi" diye adlandırıldı."
" O gün toplanan milletvekillerinin içinde Türkçe bilmeyenler bile vardı. Gelecek için seçim kanunu tartışılırken, "milletvekillerinin Türkçe bilme mecburiyeti" hükmüne Arap mebuslar itiraz etmiş, Ahmet Vefik Paşa da "Aklınız varsa dört yıla kadar öğrenirsiniz" demişti. "
Eğer İslam özgürlük, bilim ve ekonomik gelişmeye maniyse, İslam toplumu geçmişte, yani Müslümanlar kendi inançlarının kaynak ve ilhamlarina bugün olduklarından daha yakın oldukları bir zamanda bu üç sahada nasıl önce olmuşlardı? Bazıları cidden bu soruyu farklı bir biçimde sormuştur. " İslam, Müslümanlara ne yapmıştır?" diye değil "Müslümanlar İslam'a ne yaptılar? diye sorulup suçu belirli hocalara, doktrinlere ve gruplara atarak cevap verdiler.
On sekizinci yüzyıl sonlarında, bir Türk ya da Arap geleneksel zevki olan bir fincan şekerli kahveyi eline aldığında, kahve muhakkak Felemenk Cava'sı veya İspanyol Amerika'dan, şeker ise İngiliz veya Fransız Batı Hint Adaları'ndan geliyordu; sadece sıcak su yerliydi.
Reklam
Müslümanlar açısından Avrupa'ya gitmek için bir gönülsüzlük vardı. Müslüman fakihler bir Müslümanın gayrimüslim bir ülkede yaşamasının caiz olup olmadığını uzun uzun tartışmışlardır. Bir gayrimüslimin kendi ülkesinde hidayete erip doğru inanca ulaşması durumunda ne yapması gerektiğini tartışmışlardır. Olduğu yerde mi kalmalı, yoksa kalmamalı mi? Klasik dönem fakihlerinin genel kabulü aynı yerde kalmaması yönündedir. Küfür diyarında bir Müslümanın iyi bir Müslüman hayatı sürmesi imkansızdır. Vatanını terk etmeli ve Müslüman bir ülkeye gitmelidir.
"Ben hep insanlarca aptal yerine konula konula ömür geçirdim. Yinede vicdan sahibi insanlar için kandırılmak kandırmaktan daha iyidir. Her meslekte, elden geldiği kadar haksızlıktan kaçınmak, görülen iyiliğin kıymetini bilmek gerekir."
KÜÇÜK ASYA VE ÖTESİ: OSMANLILAR
İstanbul'un merkezileşme tehdidi altındaki yerel güç sahipleri yeni gelişen milliyetçilik fikrinde karşı koyulması zor bir ideoloji buldular. Osmanlı seçkinleri Osmanlıcılık ve İslamcılık temelli alternatif yurttaşlık nosyonlarını öne sürerek ve bu harekete karşı koymayı başarısızca denediler. Ne var ki, İmparatorluğu çöküşe götüren ne milliyetçi ideoloji, ne de zannedildiği gibi geri kalmışlığıydı. Bu daha ziyade iç ve dış mücadelelerden kaynaklandı.
Merkezi Asya Moğollar
Cengiz Han'ın bir defasında şöyle dediği kaydedildimiştir: Şimdiden sonra gelen hükümdarlar ve onların etrafındaki ileri gelen devlet adamları, bagaturlar ve noyanlar eğer Yasa'nın kanunlarına tam anlamıyla uymazlarsa, devlet umuru tehlikeye girer ve durur. O vakit onlar, ikinci bir Cengiz Han arayacaklar, ama bulamayacaklar.
- Benim, dedi, adım Emine, babamın adı Abdullah, anamınki Hürmüz... Üç yüz yirmide (1904) doğmuşum, rumi hesap, hamidiyemde (2. Abdülhamid çağında yapılan nüfus kaydı) öyle kayıtlı imiş, kağıdıma Yanık Emine yazmışlar anma o yanlış, bana Yatık Emine derler...
37 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.