Sakaryanın üstünde iki yangın kuşu
Suyun gözünü boyuyor
Sustalı ağaçlar sokuluyor yöremize
Dalgayı çakmayasın diye sen
Islık çalıyorum boyuna
Sen sen olmuşsun önemi yok hiç
Güldüğünü konuştuğunu beni sevdiğini de saymıyorum
Bu benimle çocukluk günlerim arasında bişey
Bir kırık cam bir yanlış bir taş yarası
Bu kaşla göz arasında
Bu öyle bişey
Tut ki bir yaprak havalanmış kapkara damarlı bir yaprak
Üstüme üstüme geliyor
Kocaman ama
Anlamıyasın diye kendimden korktuğumu
Doğacak çocuğumuzdan söz açıyorum
Özgürlük yoluna girmezsen,
bu yolda koşmazsan vargücünle,
yıkamazsan yüzünü kanında yüreğinin,
yarın avucunu yalarsın.
Er dediğin kendini yok bilmedi mi,
cayır cayır yanmadı mı yürek dediğin,
hadi öyleyse, uğurlar olsun.
“…
Bir sofra bir yaygı
Bir sedir olsun yok mu
Yok o da yok işte
İğreti bir yaşayış içinde adam
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
Adam bir hiçliğin üzerine uzanmış
Kimseler görmez
Kıl bir torba içinde sabunlar kımıldaşır
Sabaha kadar
Adam bıktığını anlayınca hiçlikten
Gelsin pencere gelsin duvar
Gelsin karısı çocukları
Islak taşlar sabah işleri
Adam dükkana döner gene
O gerçek dediğimiz şey ışıl ışıl
Yapışık sesler çıkarır şekerlerin üstünde”
“İplik karda bükülür, bez karda dokunur, karda yıkanır, karda ağartılırdı.”
“Şimamura’ya bu denli bağlanmış olan bu Komako adındaki kadının da benliğinin özünde bir serinlik var gibiydi. Bu yüzden, kişiliğindeki o yoğun, olağanüstü sıcaklık insanın büsbütün içine işliyordu.”
“İyi kadınsın sen.”
“Nasıl iyiymişim?”
“İyi kadın.”
“Ne garip adam bu!”
“Yaptığı yanlışın ne olduğunu anlayınca Şimamura’nın göğsüne hançer saplanmış gibi oldu.”
“Ve yaşamak en son kumsalına kadar kullanılmış olsa bize
Varmış olsak dünyanın ucuna müsrif krallar gibi
O zaman ey aşkım bir set yapardım alır da sözcükleri”
Mavi ve Beyaz Labirent