Bence çocuklar, hayattaki en derin manevi derslerin en iyi öğretmenleridir: acı ve ıstırabın da mutluluk ve neşe kadar hayatın bir parçası olduğunu, sadece değişim ve geçiciliğe bel bağlayabileceğimizi, her şeyin bizim kontrolümüzde olmadığını ve bu zor gerçeklere teslim olma olgunluğunu gösteremezsek, hayatımız -ve çocuklarımızın hayatı- beklediğimiz veya planladığımız gibi gitmediği için her zaman mutsuz olacağımızı öğretirler. Hayat beklediğimiz veya planladığımız gibi gitmez ve kimse mükemmel değildir, ne kendimiz ne de çocuklarımız. Ya da Elisabeth Kübler-Ross’un dediği gibi “Ben iyi değilim, sen iyi değilsin ve bu sorun değil.” Mucize olan şu ki, siz onları tüm kusurlarıyla severseniz, onlar da sizi aynı şekilde sever.
“…net olan insanlarla ilişki kurmak net olmayanlara, belirsiz konuşanlara, laf kalabalığı yapanlara, bir şey deyip başka bir şey demek isteyenlere ve bir söyledikleri bir söylediklerini tutmayanlara kıyasla daha kolaydır.”
Hayatın hedefi ve anlamı acıları dengeleyecek bu türden pek çok anı biriktirmek olmalı, zor günlerde kaçabilecek böyle anlardan kurulu bir ev inşa etmeli insan kendine.