Bunun üzerine ortaya çıktım, gene Havva'yı hayranlık içinde süzerek: "Sen beni tanımazsın tatlı yaratık, oysa ben seni bilirim. Bütün hayvanları gördüm, ama güzellikte hiçbiri seninle boy ölçüşemez. Saçın başın, gözün, kaşın, yüzün, tenindeki o renk, boyun bosun, ak kollarınla bacaklarının o ince salınışı hepsi birbirinden güzel, tapınılacak eşsizlikte," diye söze başladım. Hoşlandı bu sözlerimden, kendi kendini bir süzdü, bir ayağı ile elini öne uzatarak hayran hayran seyretti, sonra büyük bir toylukla: "Böyle güzel olmak kıvanç veren bir şey. Âdem de, o da aynı güzellikte." dedi. Âdem'i, güzelliğini göstermek için, o yana bu yana çevirdi, mavi gözleri tertemiz bir gururla yanıp sönüyordu. Âdem ise bu övgüleri büyük bir doğallıkla benimsiyor, çocukça bir mutluluk içinde, "Başıma çiçekler takınca daha da güzel oluyorum," diyordu. "Evet evet, doğru, bak şimdi," dedi Havva, bir kelebek gibi o yana bu yana uçarak çiçekler topladı, saplarını ördü, yaptığı pırıl pırıl çelengi Âdem'in başına koydu. Sonra ayak uçları üzeride yükselerek, elinin teczanlı oynak parmaklarıyla orasına burasına dokundu çelengin, her dokunuşuyla çiçeklere daha bir incelik, güzellik kattı. Nasıl başardı bunu, nerden edinmişti bu yeteneği, bilinmez. Yalnız kendisinin bildiği gizli bir büyüydü bu, başka kimselerce hiç öğrenilemezdi. Çelenge gönlüne göre bir çeki düzen verdikten sonra sevinçten el çırptı, sonra uzanıp öptü Âdem'i. Bütünüyle, bildiğim en güzel görüntülerden biriydi bu.