" Sık sık düşündüm. Ama söyle, zaten katı kalpli böyle bir çocuğu nasıl bu dünyanın içine salabilirim? Şehvet düşkünü biri olup çıkmayacak mı bu dünyadan? Haz ve güç uğruna kendine harcamayacak mı? Babasının tüm hatalarını kendisi de tekrarlamayacak belki büsbütün sansaraya dalıp mahvolmayacak mı?"
Kayıkçı Vesudeva' nın gülümsemesi ışıl ışıl parıldadı; Siddahartha' nın kolunu hafifçe tutarak şöyle dedi:" Irmak'a sor bunu dostum! Onun nasıl buna güldüğünü dinle! Vaktiyle işlediğin budalalıkları, oğlunu bunlardan sakınmak için mi işlediğine inanıyorsun? Hem oğlunu Sansaray'a karşı koruyabilir misin? Nasıl yapabilirsin bunu? Öğreterek mi, tapınmayla mı, dua ile mi ,uyuyarak mı? Sevgili dostum, o öyküyü tümüyle unuttun mu, Brahman oğlu Siddahartha' nın öğretici öyküsünü? Bir zaman burada bana anlattığın yaşam öyküsünü? Kim Samana Siddahartha' yı Sansara' dan korudu, günahtan, açgözlülükten, budalalıktan korudu onu? Babasının dindarlığı, öğretmenlerinin uyarıları, kendi bilgisi, kendi arayışları koruyabildi mi? Hangi Baba, hangi öğretmen yaşamını yaşamaktan, yaşamla kendini pisletmekten, bizzat günahlara girmekten, bizzat o acı içkiyi içmekten, kendi yolunu kendisi bulmaktan alıkoyabildi Siddahartha' yı? Sanıyor musun ki sevgili dostum bu yolu yürümekten belki esirgenen biri olabilir? Sevgili oğlum bundan esirgenir sanıyorsun belki, çünkü onu seviyorsun, acı ve üzüntüden ,düş kırıklarından esirgemek istiyorsun onu, ne var ki onun için tekrar tekrar ölüp dirilsem bile yine de yazgısının en küçük bir parçasını koparıp alamazsın ondan."
Ayrıca bir şey daha öğrendi: her sevişenliğinden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş hem yenilmiş olmalı, herhangi birine aşırı doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyandırmamalı, sömürdükleri veya sömürüldüklerini hissetmemeliydiler.
"Teyze bu insan sevgin... Bu... Bu... İnsana, hayvana, herkese, her şey yetişmek bu aşk... Seni yormuyor mu?"
" Tayibe," dedi teyzem, " hayatı kaldıramayabilirdim, 'bu bendeki aşk olmasa.'"
Aylin'in kitabında kötü, ayıp, günah diye kavramlar yoktu. İnsanlar dünyaya, başlarına gelebilecek şeyleri yaşamak için geliyorlardı. Her şey gelebilirdi başlarına. Bu nedenle hoşgörülü olmak şarttı. Ayıplamak, kınamak yanlıştı.
Bütün insanları Tanrı yaratmıştı. Tanrıya yakarmak için değişik yollar bulmuş, değişik dinlerle etiketlemişlerdi bu yolları. Tanrı herkesin Tanrısıydı. Aylin de dinlerin ne olursa olsun, bütün insanları seviyordu. Bir doktor olarak ayrım yapmamak için yemin etmişti her insana ve her dine saygısı eşitti.
Ufkunun pencerelerini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyaya ardına kadar açacak, peşinden koştuğu gerçek zenginliğin, dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanların iç alemlerinde bulunduğunu öğrenecekti.