Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Esmer Bilen

Esmer Bilen
@Kafkasiz_Milena
Kadınlar
Yurdumuzda en çok çekenler, dert içinde, bela içinde olanlar kadınlarımızdır. Yüzyıllar boyu onların başlarına gelenler hiç kimsenin başına gelmemiştir. Bazı yerlerde kara çarşafa sokmuş umacı etmişiz. Gözünden, gözünün kirpiğinden başka yerlerini göstermesine izin vermemişiz. Askere gitmiş, dokuz yıl, on yıl, kucaklarına bıraktığımız çocukları ile onları kurak toprağın, kıtlıkların, salgınların, açlığın pençesine vermişiz. Bir daha dönüp de arkamıza bakamamış, arayamamışız. Anadolu bir gurbetçi yurdu olmuş, bunun acısını bizlerden çok onlara çektirmişiz. Hocaların, din adamlarının korkunç baskıları da cabası. Bugün bile camilerde vaaz verenlerin başlıca konuları kadınlar. Bir adım ileri atamasınlar, azıcık olsun insanlık onuruna, bağımsızlıklarına kavuşamasınlar diye başlarında demir dövüyoruz. Bir camide hiç vaaz dinleyeniniz var mı son zamanlarda? Neler neler söylenmiyor onlar için. Yirminci yüzyılda insan soyunun yüzünü kızartacak cinsten. Bir kadın iğne kadar yerini gösterirse yetmiş yıl cehennemin kızıl yalımları arasında yanacaktır. Bir kadının saçından kaç tel görürse bir erkek, o gösterdiği tellerin her biri azgın yılanlar olup boynuna sarılacaktır, kadının. Anamız, avradımız, tarlamızda iş arkadaşımız, bir yastığa baş koyduğumuz, öküzümüz ölünce tek öküzümüzle çifte koştuğumuz bu cefakar insan soyu çok kötü durumda. Sıkışınca, canımız çekince, paramız olunca dördünü beşini, kırkını birden evimize sokup cariye, karı diye hapsettiğimiz…
Reklam
Şimdilerde Anadolu halkı niçin toprağından kopuyor? Anadolu halkının yaşayışını bilen bilir ki, onun evini barkını bırakması, başka yerlere gitmesi ölümden de beter bir iştir. Öyleyse niçin? İşte bunun sebebi: Artık Anadolu halkını, artan ihtiyaçlar yüzünden toprağı beslemiyor. Bir de toprağı verimini kaybetti. Bir de çalışması müthiş düzensiz, çağımıza yakışmaz, ilkel, öldürücü, verimsiz bir çalışmadır. Bir de ormanların yok olmasından dolayı Anadolunun iklimi değişti. Yıllarca bir damla yağmur düşmeyen bölgeler var. Kıtlıklar oluyor. Açlıklar oluyor. Anadolunun bereketli yerlerinden, örneğin Çukurovadan, yorganını sırtına vurup da gelenini gördünüz mü hiç?
Gecekondu
Yıllardan beri gecekondular, gecekondular… Yıkılıyorlar, perişan ediliyorlar, başka yerde, başka semtte gene binlercesi çıkıyor. O da olmazsa çadırlarda yaşıyorlar. Bu gecekondularda da insan yaşar mı? Daracık, ışık girmez, on kişilik bir aile bir odada… Mutfağı helası, suyu, ışığı yok. Yolu yok. Çamur deryası, toz çölü. Bu kadar kötülük, insanlığa sığmaz işler bir arada. Gördükçe hallerini insan inciniyor canım! Bu yığını buradan atmalı. Göz görmemeli hallerini. Nereye giderlerse gitsinler.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Mültecilere
Bu şehirlere akın akın gelenleri ne yapmalı? Mutlak bir çaresini bulmalı. Epeydir gazetelerimizde de bu araştırılıyor, türlü teklifler ortaya atılıyor, uygulanması isteniyor, uygulanmasına ramak kalıyor, sonra vazgeçiliyor, sonra da çaresiz zor bulunur bu mesele başıboş bırakılıyor. Toprakbastı parası alalım, diyorlar. İşi gücü olmayanları şehre sokmayalım, diyorlar. Misafirliğe gelenlerin de misafir kalacakları günleri daraltalım, diyorlar. Daha bin türlü ipe sapa gelmez çareler öne sürüyorlar. Şu şehre gelenlerin ayaklarını şehirden keselim de, nasıl olursa olsun, nasıl kesersek evladır, diyorlar.
Türkler bu kadar pis, bu kadar sefil, kirli, perişan olurlar mıymış. Haşa huzurdan… Türk dediğin nezih, tertemiz, saçı başı taralı…. Türk dediğin karnı tok… Bir eli yağda, bir eli balda.
Reklam
Bizim köylerde çok yalınayak gezenler vardır. Bunlar paraları olsa bile ayakkabı ihtiyacı duymayanlardır. İlkokulu bitirmiş birini yalınayak gezdirebilir misiniz? Demem o ki, ihtiyaçlar, insanın aklı erdikçe artar. İhtiyaçlar arttıkça insan çalışmak zorunda kalır… Her işin başı çağımıza uymak. Tek çaresi de, hiç olmazsa, ilkokul olarak, vatandaşlarımıza okuma hakkını tanımak. Bizde Köy Enstitüleri başarılı bir örnekti. Taraftarlarını yermek değil, gene de tek çare dinlemek. “Köy Enstitülerinin sözünü bu memlekette bir daha ettirmem” diyenlere ne dersiniz?
Halk toplulukları okuma haklarını almak için otoriteleri zorlarlar. Bizde de zorladılar. Ve bunun sonucu olarak Köy Enstitüleri kuruldu. Köy Enstitülerinin kuruluşu vatanda görülmedik bir iş oldu. Toprağın yüzü güldü. Vatan sathı canlandı. Cıvıl cıvıl. Yüzlerce binlerce toprak çocuğu Enstitülere geldiler akın akın. Kendi okullarını kendi elceğizleriyle kurdular. Beş yıl içinde yüzlerce inanmış toprak adamı bilgilerle, zanaatlarla köylerine geri döndüler. Bu inanmış toprak adamlarıyla kara güç arasında zorlu bir dövüş başladı. İftiralara kurban gidenler, vurulup öldürülenler oldu. Ama onlar yürüdüler. Bir ışık gibi yurdu bir uçtan bir uca sarıyorlardı ki… Karşılarına aşılmaz bir duvar çıktı ve her şey tersine döndü. Artık ağzına ve akla ne kötülük gelirse onlara yakıştırılıyordu. Vatan hiyanetliği karasını bile sürdüler onlara. Sonra ne oldu. Köy Enstitüleri yön değiştirdi. Köy Öğretmen Okulları oldu. Bundan ne değişti diyeceksiniz. Her şey değişti. Eskiden yalnız köy çocukları alınırdı Enstitülere, şimdi şehirliler de alınıyor. Ben söyleyim de siz anlayın, şimdi Öğretmen Okullarına, yüzdeye vurursak daha çok şehir çocukları giriyor. Başka değişen ne mi var? Bütün program değiştirildi. Köylerine dönenler eskiden, ellerinde köylünün işine yarar bir zanaatla gidiyorlar, yaralarına merhem oluyorlardı. Şimdi efendi efendi, elini ılıktan soğuğa vurmamışlar gidiyor köye. Eskiden kızlar vardı okullarda. Şimdi kızlar için bunlar yasak! Eskiden daha çok öğrenci giriyor, daha çok mezun oluyorlardı. Yani açıkçası bu Köy Öğretmen Okulları o Köy Enstitüleri değil.
İstatistikler diyor ki, Türkiyenin yüzde otuzu okur yazar. Değil, iyi biliyorum ki, değil. Ben köylerde, gazete manşetini okuyamayan çok ilkokul mezunu gördüm. Anasına mektup yazamayan epeyce okuryazar gördüm. Şimdi buna, diyelim ki doğru, bu yüzde otuzun çoğunluğu şehirlerdedir. Köye düşse düşse yüzde onu düşer. Yani yüzde seksenin yüzde yetmişi şu atom, şu jet devrinde körkütük cahil, dünyadan habersiz. Bu adamlar ormanlarımızı yakıp, ocağımızı söndürüyorlar diyoruz. Bunlar bu gidişle adam olmazlar, diyoruz. Haklarında, onların hiçbir şeyden haberi olmadan, göğsümüzü gere gere türlü sözler ediyoruz. Halbuki bütün bu dertlerin, bu kötülüklerin, bu uykunun bir kaynağı var; o da, insanların ellerinden okuma haklarının alınması.
Her insanın okuma, öğrenme hakkı var. Artık kimse bu hakkı insanların elinden alamamalı. Birçok milletler, yüzyılımızda halklarına bu hakkı çoktan sağladılar. Artık halklarına bakarlarken yüzleri kızarmıyor, utanmıyorlar. Halklarını yüzde yüz okutmamış milletlere de hiç çekinmeden “geri millet” diyorlar.
Dünya ilerledikçe, insanoğlu haklarını savundukça, dişiyle tırnağıyla koparıp aldıkça daha yeni, daha başka haklar da karşısında boy gösteriyor. Bu haklar da öteki haklar kadar önemli, onlar kadar yaşamaya karışmış, onlar kadar vazgeçilmez, onlar kadar olmazsa olmaz haklar oluyor: Hür olma hakkı. Bunun üstünde durmayacağım o kadar. Devrimiz bir hürriyetler savaşı devri.
Reklam
İnsanlar dünyaya geldikten sonra, ellerinden alınamaz, ya da alınmaması gereken birtakım haklara sahip olurlar: Yaşama hakkı, yeme hakkı, doyma hakkı, başını sokacak bir deliği bulma hakkı, işkence edilmeme, tutsak olmama, sömürülmeme hakkı, eğlenme, dinlenme, gülebilme hakkı… Ne bileyim ben, bir sürü hak… Bunların hepsi insanların insanca yaşamasını sağlarlar. Bunlardan bir tanesi olmazsa insanoğlunun onuru zedelenir, yaşamasının tadı tuzu kalmaz. Şu yaşanası dünya ağı kesilir insanın başına. Yüzyıllardan beri insanoğlu yaşamasını sağlayan hakları için çetin savaşlar vermiştir. Daha da veriyor.
Ağacın çürüğü özünden olur Yiğidin kötüsü sözünden olur El için ağlayan gözünden olur Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz  
Tek başarım ölmek olacak. Çok güzel öleceğim. Mükemmel öleceğim.
Nelerden söz etmez ki? İnsanoğlunun alçaklığı, gerçeği çiğneyen zorbalığı, zamanla yeryüzüne egemen olacak yepyeni, güzel bir yaşam, insana her an acımasızlığı, katı yürekliliği anımsatan demir parmaklıklar... Söylemekten bıkılmamış eski şarkılardan oluşan bir karmaşaya benzer bu tutarsız, çetrefil konuşmalar...
Hani görevine körü körüne bağlı, ne iş verilirse yapan, iyi niyetli, birtakım bön insanlar vardır; böyleleri düzeni korumak için nedense yumruklarını kullanmaktan başka pek bir şey düşünmez. Dayak atarken de burası suratın, burası göğsün, burası sırtın demez, vur babam vur, neresi rast gelirse durmadan yumruk indirirler.
2.296 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.