Uzun sarı yüzünde şekil değiştirmekten yorulmuş bir ifade vardı. Nasıl elde edildiği belli değildi bunun, kahır dolu gibiydi ama başka bir şeydi de belki. Sarkmaktaydı bu yüz. Ağırdı. Adam acı mümkün olduğu kadar kendi içine Aksın diye yüzünü önüne eğmişti.
"Bir ümidim yok.
Bu sondu.
Artık hiçbir şeyin değişmesine imkan yok,
lüzum da yok...
Demek böyle olması icap ediyormuş.
Yalnız söyleyebilsem...
Bir kişiye olsun içimdekileri dökebilsem...
Bunu sahiden istesem bile
Artık böyle bir insan bulmama imkân yok...
Bende arayacak hal kalmadı...
Kalsa da aramam... "
ŞAKASI YOK
Bir gün mutlaka öleceksin! Bugün sana akıl verenler o gün mezarına gelecek ve üstüne acele acele toprak serpecek.
'Çok iyi bir insandı o!' diyecek ve seni ıssız da yalnız bırakıp geri dönecek... Kimse girmeyecek seninle mezara ve hiç kimse bürünmeyecek sonsuz yasa. Sadece sen tutucaksın kendi yasını ki ölenlerin yüzlerce yıldır devam eden matem sessizliği de bundandır zaten. Sende susacaksın bir gün kendin için ve şaka değil senden başka herkes işine geri dönecek ertesi sabah. Öyleyse tekrar düşün: Seni senden daha çok kim sevebilir?
Bir adam ki, içinin cehenneminde yanıyor; herkesin Malik olduğu en basit müdafaa silahlarını, maskelerini kaybetmiştir. Bir adamı, şunun bunun keyfini gıcıklamak için teşhir etmekte suç yok mu?
- Mansur çok fenayım. Düşüyorum
Dipsiz bir uçuruma sarkıyorum. Yakalayabildiğim bir iki ot tutuyor beni. Bu otlar sökülüyor. Yumuşak toprağın içinden kökleriyle beraber geliyor. Düşüyorum.
Ben onun için cam gibi bir şeyim. Gözleri beni delip geçiyor. Vücudum bile onun gözlerine, arkamda gizlediğim herhangi bir şey için perede olmuyor. Ben onun gözünde yaşayan biri değilim, ben yokum.
... sonra ellerini açarak Allah'a. "İlahi güç ve kudret senin; ilahi tasarruf ve Nusret senin; ilahi lütuf ve inayet senin; ilahi Kerem ve Mürüvvet ve himayet senin; bir bölük ümmet-i Muhammed fıkrasını yerindirme (üzme); ve bir nice kavi düşmanları sevindirme!" Diye dua etti. Gözlerinden yaşlar gelmekteydi. Askerler büyük bir iştiyakla "Amin!" Diyerek seslendiler.
Önce toplar gök gürler gibi kaleyi dövmeye başladı.
Onların ardından gaziler hücuma geçtiler. Aşağıdan ve yukarıdan ejderhalar gibi silahlar birbirlerine girdiler. Oklar atılıp yaylar çekilirdi. Mızraklar, kılıçlar Can alıp, Sancak göğe el açıp yere ulaşmak için can alırdı. Tuğlar baş açıp, kafirler yenilsin diye dua ederlerdi. Zurnalar talb ve nakkareler ve köseler İslam askerini harbe teşvik edip kalb kuvveti verirlerdi.
Kale halkı kazanlarla kızgın yağları, gaziler üzerine boşalttılar ise de Osmanlı Dilâverleri yanan ateşe girer gibi yüz çevirmedediklerinden fayda etmedi. Cihan'ı süsleyen Güneş bu olayı görmek için henüz Ufuk yerine ayak basmamıştı ki başarıya götüren Hikmet saba rüzgârıyla gözüküp, Zafer rüzgârı ' Andolsun ki Allah size bir çok yerlerde yardım etmişti (Tevbe suresi ayet 25) esiş yönünden nefeslenip esti...
Şiirler yazmıştım. Ama şimdi şiir, uzak.
Uçuşup duran, üstüste gelip birikmeyen şeyler var, içim dolu bunlarla. Biliyorum ki şiir bunlar. Ve şiirin kendindeki huzursuzluk bu.
Sis boruları ötmeye başladı yavrular
Şimdi oradalar - Aşk delice kımıldamalı yatağından
Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından
Üstüne alevleri alarak
Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak
Sen kanın damarlara tutunamadığı anlardan
Beni karnınla
Bir göz boğuşmasına daha kandırarak
Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla
Üzülmüş
Belki dünya
" -Sultanım galiba Mısır'a tek başınıza varmaya niyetlisiniz. Bu gidişle asker kullarınız ve devlet adamlarını helak olacaklar."
Deyince, selimhan mütevazi bir şekilde ve zor duyulur bir sesle:
"-hocam önde peygamber efendimiz ya yürürken ben nasıl ata binebilirim?"
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı, o gün dev bir orduyu yendik!
Ak tolgalı Beylerbeyi haykırdı: "ilerle!"
Bir Yaz günü, geçtik tuna'dan, kafilelerle...
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan,
Şimşek gibi, Türk adlarının geçtiği yoldan,
Bir gün, doludizgin boşanan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanatlandık, o hızla...
Cennette bugün gülleri açmış görürüzde,
Hala o kızıl hatıra titrer gözümüzde
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı, o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Vazgeçildim galiba
Ama ben vazgeçmeyeceğim bunu bil. Biz boynumuz vurulsa "vardır bunda da bir hayır" diyecek kadar bağlıyız Rabbimize. Bana vazgeçmekten bahsetme! Bir rüya gibiydi seninle yaşadıklarımız; bir yalan olduğunu uyanınca anladığımız... Demek ki neymiş? Rüyalar gerçekmiş; ama uyanmadın sürece şimdi yalnızca gizlediğimiz o kör Sevda kalıyor geriye ... Kimselere diyemediğimiz, sessizce sustuğumuz,sustukça içinde bulduğumuz... Zaten o suskunluk değil miydi birbirimize ait olduğumuzu saklayan, bize hep başkalarınınmışız gibi gösteren? Söylesek bizi bileceklerdi; sustuk başkasının sandılar. Bunu ne ben anlatabildim sana ne sen anlayabildin kanımca...
Bak şimdi her şey daha da anlamsız sen anlamayınca...
Yüzünün ağırtısını buzul camın gerisinde görüyor gibiydim orada ağlarken.
Dünya gözyaşlarımın içindeydi artık
Dünya Bulanıktı
Dünya Islaktı
Ve Dünya kalın uğultular eşliğinde hafif hafif titriyordu.