Ebu Talip'i, Peygamber'imizi artık korumaması için yine uyarmışlardır.
- Evet, ona bu sefer şöyle demişler: "Ey Ebu Talip!.. Sen yaşça, şerefçe ve mevkice bizden ilerisin. Biliyorsun biz senden kardeşinin oğlunu susturmanı, ona engel olmanı istemiştik. Bunlar olmadı. O yine bizim putlarımızı yalanlıyor. İstediği malsa verelim, şöhretse sağlayalım. Ama bunlara yanaşmazsa artık duracağımızı sanma. Ya onu sustur ya da iki taraftan biri ortadan kalkıncaya kadar seninle de onunla da savaşacağız.
Ebu Talip kendisine gelenlerin ne kadar kinle dolu olduğunu gördü. Onların söyledikleri gibi her türlü kötülüğü yapabileceğini anladı ve gidip bu durumu Hz. Muhammed'le görüştü. O kendi hayatından değil Peygamber'imizin hayatından endişe duyuyordu. Hz. Muhammed ise bu meydan okumaya şöyle cevap verdi: "Ey amca, sen bana susmamı öğütlüyorsun.
İnan ki güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler, ben yine yolumdan şaşmam." Hz. Muhammed amcasının artık kendisini korumayacağını düşünerek tam odadan çıkıyordu ki Ebu Talip'in sesini işitti; "Gel ey sevdiğim Muhammed, kardeşimin oğlu, istediğini yap ve söyle. Ben seni himayemden asla çıkarmam."
Her ailenin, her Müslüman'ın hicreti, ayrı bir dramdır. Kimi Süheyb (ra) gibi, bütün malını ve servetini terk ederek; kimi Ebu Seleme (ra) gibi karısını ve çocuğunu geride bırakmak zorunda kalarak Yesrib'e gitmişti. Yesrib'e göçmek, yalnızca Mekke'deki baskılardan kurtulmak için değildi; İslâm'ın güçlü bir merkeze sahip olması, dinin özgürce yaşanması içindi. Hicret, bir ibadet ve bir zorunluluktu. Mekke'de baskı görmeyen Müslümanlar'ın da hicret etmesi gerekiyordu.