"Sıradan olanı serüvenleştirmekten veya fevkalâde olanı bayağılaştırmaktan sakınıyorsa, insan hikâye etmemeyi de tercih edebilir." demiştim bir vakit.
Başkasına, başkalarına, evet. Kendisine? Değil. Bir yaşantıyı "hikâye edilemez" veya "etmeye değmez" olarak tanımlamakla, 'kendine hikâye etmiş' oluyorsun aslında... Ses'e, yazı'ya dökmesen de, zihninde kelimeler giydirdikçe bir yaşantıya, senin 'hikâye'n oluyor, işte...
Dün filmi galiba üçüncü kez izledim. Bir çok kişi gibi ben de filmin sonundaki iç konuşmayı lüzumsuz bulup yadırgamıştım. Fakat dün filmi bitirdiğimde yönetmenin tıpkı paylaştığın şeye vurgu yaptığını düşündüm. ilgnç bir rastlantı oldu, o bakımdan değdim. İzlemediğin için spoilersız bir açıklama yapmam da bu aşamada mümkün olamıyor :)
O zaman yakın zamanda izleyeyim, dönüş yaparım. Bugün Psikomitoloji'deki makaleyi okurken, insanın hikâyeler aracılığıyla dünyaya tutunuşu üzerine düşünürken, şu paylaşım çağrışım yaptı, öylelikle geldi yukarıdaki yazı.
#234470537
Tino Rossi, Les pecherus de perles
youtube.com/watch?v=3OP9yKv...
Döşemeleri sökülmüş, çürümüş, dökülmüş bu eski malikanenin her bir yeri vampirlerle dolu. Baş vampirin yanında Bolşevik İhtilali’nin ardından sürülmüş bir Beyaz Rus uşak, bir rahibe ve beş evlat var, General Augusto Pinochet’nin beş veledi. Bu beş evlat, burada, bu
Elimde bi istatistik yok fakat evinden kaçan, uzaklaşan kız çocukları sayı olarak erkeklerden fazla. Evden kaçan erkek çocuğu ya heyecan için ya da ebeveyn şiddetinden bunu yapıyor. Kız çocuklarında gördüğüm ise hep bi arayış; onu kabul eden ve onaylayan baba imgesinin arayışı.
Nereden bir kırlangıç geçse
Oradan üşür tam da tenim.
Altında volanlı bir makara sistemi,
Üzerinde manivela,
Kemerli bir devir daimi,
Döndür şu tüm alemi,
Sen yap bunları tanrım...
Yaşayışın, basit bir temele dayanan ama bitmek bilmeyen bir isyan ve anarşi tiryakiliğiyle, seni düzene, ahlak sağlamlığına ve günü gününe diyebileceğim alışılmış yaşama iten derin ve güçlü bir içgüdü arasındaki çatışmadan ibaret!