Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Günel

Həə, bax əsas məsələ budur...
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun?
Reklam
Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.
Çok vahimdir ki; insanın hayatını değiştirememesinin asıl sebebi, bunu başaramayacağına kesin inanmış olmasıdır. Zira hayatımızın senaryosunu inançlarımız yazar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hatta bugün bu soruyu kendime her zamankinden daha çok soruyorum. Çünkü her defasında verdiğim cevap, benim hayatımı belirliyor. Bu cevap arzularımı, kararlarımı, hükümlerimi, kanaatlerimi ve gelişimimi yönlendiriyor. Hatta çevremi bile, sonuçta tüm hayatım, bu cevaba göre değişiyor.
Her kim olursa olsun, istediğin kişi olabilseydin eğer, kim olmayı isterdin? Eğer hiçbir sınır, ön yargı veya sana isteklerinin abartılı, aşırı, gülünç ya da ölçüsüz olduğunu söyleyen kimse olmasaydı? Yani eğer her kim olursa olsun, istediğin kişi olabilseydin ve önünde bütün yollar ile kapılar açık olsaydı, o zaman kim olmayı isterdin?
Reklam
Yeni mikrobiyom bilimine göre, biz insanlar hayatta kalabilmek için birbirlerine bağımlı ve ayrılmaz şekilde yakından bağlı olan insan ve mikrobik bileşenlerden oluşan supraorganizmalarız.
Tıpkı Yin ve Yang'ın aynı varlıktaki iki tamamlayıcı ilke olması gibi beyin-bağırsak bağlantısı hislerimiz ve tepkilerimizde, sağlığımızın iyi oluşunda, duygularımızda ve sezgisel kararlar verme becerimizde çok önemli bir rol oynayan iki yönlü beyin-bağırsak ağının farklı bölümlerini oluştururlar.
Bağırsaklar aynı zamanda vücudumuzdaki en büyük serotonin deposudur. Vücuttaki serotoninin yüzde 95'i bu depolarda saklanır. ...Ve beyin bu duyguları unutmaz. Bağırsaklarda oluşmuş içsel duygular beyindeki geniş veritabanlarında saklanır ve ileride yeni kararlar alırken bunlara erişilir. Bağırsaklarımızda hissettiklerimiz, sonuç olarak sadece yemek ve içmekle ilgili aldığımız kararları değil, birlikte vakit geçirmeyi seçtiğimiz insanları ve çalışanlar, jüri üyeleri ve liderler olarak diğer önemli bilgileri değerlendirme şeklimizi de etkileyecektir.
Burada yeni davranışlar için "Yükseltici" olarak ödüller konulmalıdır. Davranış Araştırmaları"nda şu önemli kural vardır: "Bir davranış eğer ödüllendirilir veya teşvik edilirse, gelecekte daha sık ortaya çıkar" Tabii siz de kendinize güvenli davranışiarınızın daha sık olmasını istiyorsunuz. Şimdi de bir kendi "kendini ödüllendirme listesi" yapın. Çünkü ödüllendirme olmazsa davranış alıştırmalarında başarı, tartışma konusudur.
bu belirtilerin herhangi birinden dolayı acı çekiyorsanız bir terapiste baş vurmanız gerekir. Çünkü ancak bir acı çekiliyorsa onun baskısı, tedaviye yönelik muayene için mutlaka gerekli olan güçleri harekete geçirir. Kendinden hoşnut olan kimse, kendini değiştirmek için bir neden görmez, böyle olduğu için de kendini değiştirmez.
Reklam
Terapi pek de hoş bir olay değildir. Hastaların çoğu, arabalarını tamirhaneye götüren birini hatırlatan bir tutumla geliyorlar: Gelip oturuyor ve uzanıyorlar, yüzeysel biçimde sorunlarından söz ediyorlar ve bunun ötesindeki her şeyi doğal olarak teripistin üstleneceğini düşünüyorlar. Bu tutumla, tedavinin başarılı olması mümkün değildir. Çünkü belli ki "islatmadan hiç kimseyi yıkayamazsınız.
Davranış Terapisi hastayı bu korku alışkanlığından kurtarmaya çalışır. Joseph Wolke, bir korku-tepki'nin nasıl “sönümlendirebileceği ni" keşfetti. Örneğin kedilerde korku-tepki elde etti. Kediler duyacakları bir vızıltıyla birlikte yiyecek tabağına ulaşabilmek için bir yiyecek sandığının kapağını açmayı öğrendiler. Deneyin ikinci aşamasında kediler sandığı her açışlarında elektrik şokuyla karşılaştılar. Böylece belirli bir kafeste yiyecek yemeye karşı bir "kaçınma davranışı” geliştirdiler. Şok kafesine konulmalarına şiddetle direniyorlar ve kafese konulunca da yemeklerini yemek istemiyorlardı. Wolpe, kedilerini adım adım "şok kafesi"ne alıştırarak korku- tepkilerini "sönümlendirdi". Kedileri, elektrik verilmemiş kafeslerde besledi. Başlangıçta koyduğu kafesler, korktukları ilk kafeslere pek az benziyordu. Giderek elektrikli kafeslerle daha fazla benzerliği olan kafeslerde beslemeye başladı. Gün geldi kediler ilk kafesin aynısı olan ama elektrik verilmeyen kafeslerde korku duymadan yeniden yemek yemeye başladılar.
Sensivity-Training [aşırı-duyarlılık alıştırması-NY]'nın grup terapisi ile benzerliği vardır. Sensivitiy-Training'de öncelikle, grup içinde olan olaylar ele alınıp irdelenir. Çünkü tüm grup üyelerince ortaklaşa bilinen olaylar yalnızca bunlardır. Bu yöntemin üstünlüğü, her katılımcının alıştırma sırasında günlük yaşamda olduğu gibi aynı davranış biçimlerini ve aynı savunma mekanizmalarını göstermesindedir. Odaktaki yöntem "Feedback" (Geri bildirim) yöntemidir. Üyelerin her biri, bir başkasının davranışının kendinde yarattığı izlenimi veya duygusal tepkileri ayrıntılı biçimde anlatır. O kişi de davranışının nasıl bir etki yaptığını ve kendisinin de bir başkasının davranışına nasıl tepki gösterdiğini öğrenir. Bu durum onu çoğu zaman anlayışlı ve değişime hazırlıklı olmaya yöneltir.Sensivity-Training'de, kendisinin ve başkalarının davranış biçimlerinin ayrı ayrı birbirlerine uyumlulaştırma alıştırması yapılır. Kemikleşmiş davranış biçimleri sökülüp atılabilir. Yeni, sade, gerçek davranışlar denenir. Zorlayıcı oluşu yüzünden Sensivity-Training yöntemi psikolojik çöküntüye düşmüş ya da intihara kalkışma tehlikesi olanlar için olsun nörotikler için olsun uygun değildir. Kendine güvenli davranışları desteklemek ve güçlendirmek için Sensitivity- Training çok uygundur.
Psikolog H. Peres'in bir grup terapisinin bitiminden üç ay sonra yapılan bir röportajdan alınan bir bölüm, grup terapisinin ne gibi sonuçlar verebileceğini gösteriyor: "En basitinden salt grubun üyesi olduğum ve gruptakilerin tümünce benimsendiğim için, kendime büyük ölçüde güven kazandım... Sanıyorum ki, seanslar'da duygularım üzerine son derece açıkça konuştuğum için ötekiler tarafından kabul gördüm, benimsedim. Bu daha da büyük ölçülerde başka durumlarda aktarıldı. Şimdi insanlarla bir araya geldiğimde hiçbir şeyi baskı altına almadan ve başkalarının beni anlamayabileceği korkusunu duymadan ben yalnızca (kendim) oluyorum." (Alıntı Rogers'dan) Yükselen kendine güvenle birlikte hoşgörü de gelişmeye başlar. Katılımcılar eleştirilere katlanmayı öğrenirler, eleştirinin yıkıcı olmaması gerektiğini, tam tersine ondan yararlanılabileceğini öğrenirler. Ve onlar dinlemeyi de öğrenirler. Grup terapisine katılmış olan insanlar, kendilerine (sözlü-yazılı) saldırıda bulunulduğunda çekip gitmiyor, kendilerine niçin saldırıldığını bulup çıkarmaya çalışıyorlar.
Freud, özellikle küçük yaşlardaki eğitim sürecinin, insanı, isteklerinin çoğunu hiçbir zaman açıkça dile getirmeye cesaret edemeyecek, aksine doğruca "bilinç-dışı"na iteleyecek denli çok değiştirdiğini kabul ediyordu. İtilip-kovulan istekler böylece yok olup gidivermiyor elbette. Ne oluyor? Başka biçimlere bürünerek doyum için yollar ararlar. Freud bu düşünceye nasıl vardı?
267 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.