"Bütün ülkeyi sulamak için birkaç dere yetmez. En ücra yerlerde bile, göl, pınar veya dere gibi su kaynağına ihtiyaç vardır. Milletin manevi susuzluğu da bu duruma benzer, ülkenin her yerinde milletin kana kana içebileceği taze pınarlar bulunmalıdır."
Kahraman, halkı heyecanlandırır, alevlendirir. Ancak bu alevi, milletinden aldığı ateş ve heyecanla yakar. Bir mercekle örneklemek gerekirse; mercek geniş bir alana yayılan güneş ışığını bir noktada toplama özelliğine sahiptir. Milyonlarca güneş ışığının bir yere toplanmasından parlak bir nokta oluşur. Bu güçlü, enerji dolu nokta, kağıt, saman gibi yanıcı maddeleri bir anda tutuşturur; taşı, camı, demiri kızgın hale getirir. Milletlerin büyük adamları da tıpkı bir mercek gibidir. Kendi kişiliğinde milletin gücünü, özelliklerini toplar; bununla milyonlarca kişinin ruhunu tutuşturur. Ancak güneş ışığının olmadığı bulutlu havalarda, hiçbir merceğin gücü bir kar taneciğini eritmeye, bir su damlacığını bile ısıtmaya yetmez.
Devletlerin gücü, zaafı, milletlerin ilerlemesi ve yozlaşması, yalnızca devlet adamlarının işinin ustası oluşu, yönetme yeteneklerinden veya beceriksizliklerinden kaynaklanmaz. Devlet, yöneticileri iyi ya da kötü, kendi milletlerinin bir yansımasıdır. Devlet adamları, milli ruhun birer kopyasıdır; halk kitlesinin içinden çıkmıştır. Bir millet nasılsa, devlet adamları da o millet gibidir. Bu sebeple eski zamanlardan beri "Her millet, layık olduğu iradeye, devlet adamlarına sahip olur." denilir.
Tarih; kimi devletlerin, milletlerin feci sonlarını yazarken, kimi devlet ve milletlerin ilerlemesini, yükselmesini yazmak için de temiz sayfalar açıyor. Tarih, halk yığınlarını bir hayvan sürüsü olmaktan ya da çalışkan bir karınca yuvası (Ameisenvölker) görüntüsünden çıkararak; akılcı, neşeli bir yaşam üreten milyonlarca sanatçıya, üreticiye dönüştürmenin yollarını, devletin nasıl güçlendirileceğini, toplumun nasıl eğitilebileceğini gösteren bir bilimdir.
Sâdelik, basitlik, şatafatsızlık... En genç çağından başlıyarak son ânına kadar aslâ ayrılmadığı şiâr... Öyle bir şiâr ki, derin, temel sahibi bir şahsiyet taşıdığının ve çıkartma kâğıdı dünyalara inanmadığının en büyük delili...
"Bu sabah Leskovik'e doğru yola çıktık. Aydonan'da şiddetli muharebeler oluyormuş. Biz Leskovik'ten cephane alacağız. Yolda kaybolan hayvanımı aramak için geri kalmıştım. Bir çalılığın içinde doktoru, eczacıyı Birinci ve İkinci Taburlardan birkaç subayı gördüm. Yeri kazıyorlardı. Meğerse açlıktan bir asker ölüyormuş. Ağzından köpükler akıyordu. Zavallı, daha tamamıyla nefesi bitmeden kazılan mezarının kazma seslerini işitiyordu."