Okumaya başladığım andan itibaren beni içine çeken bir roman oldu. Britanya Adasının doğası, yosun tutmuş taş evleri, kapalı kasvetli havası ve dönemin sosyal ilişkileri, yaşam şekli çok gerçekçi öğelerle betimlenmiş. Bu durum beni ayrıca cezbetti. Eski dönemlerin yaşayış tarzını hep merak etmişimdir, her zaman ilgimi çekmiştir. Bunu en iyi roman okuyup ilgili döneme tanıklık ederek elde ediyoruz. Kitapta bu tanıklığa yardımcı olacak öğelerden bolca bahsedildiği için konudan bağımsız olarak da çok sevdim kitabı.
19 yy. Kraliçe Viktorya Dönemi tutucu bir dönem olduğu için yayımlandığı sırada Jane Eyre epey yadırganmış. Kitabı okuduğunuz da bir gariplik hissetmiyorsunuz. Jane hayata bir sıfır geride başlamış, öksüz ve yetim büyümüş, çocukluğu ve ilk gençlik yılları zorluklar içinde geçmiş, buna rağmen ezilmeden ayakta kalmaya çalışan, bir birey olduğunu hiç unutmayan, haksızlıklara itiraz eden, ekmeğini taştan çıkaran güçlü, ahlaklı bir kadın profili çiziyor ama dönemine göre bu bağımsız karakter, bu güçlü kadın duruşu hoş karşılanmamış. Jane gayet sıradan, gösterişsiz ve yoksul birisi ama son derece akıllı, kendi başının çaresine bakabilen bir kadın. Kitabın verdiği asıl mesaj bu. Kitap harikuladeydi. Betimlemeler müthişti. Konusu basit, anlatımı sade olduğu halde beni bu kadar içine çeken bir kitap olmasına hala şaşırıyorum. Yeşilçam sinemasındaki fakir x zengin y konularına ilham olduğu konusunda ciddi şüphelerim var. Bu yüzden Yeşilçam tadındaki romanın 2011 yapımı filmini de izledim. Birebir kitapta olanlar anlatılmasa da beğendiğimi söyleyebilirim