Aslında ne, kim, nasıl, neden sorularından artakalan, dünyanın dibindeki pisliğin içinden gelip yeryüzüne çıkmış, kendine satıcı arayan bağımlı gibi dolanan o soru var aklında:
"Ne fark eder?"
Bütün hayatımız boyunca beklediğimiz ve nereden geleceğini bilmediğimiz huzuru arıyoruz. Ve bitmek bilmez huzur arayışımız hayatta kalmamızı sağlıyor. Aslında yalan söylüyorum. Ben hiçbir şey aramıyorum ve beklemiyorum. Sadece duruyorum.
Yaşamak; okumak, askere gitmek,çalışmak, evlenip çoluk çocuk yapmak, o cocukları okutmak, iş bulmak, evlendirmek, bir dine ve milliyete inanmak, ait olmak mıdır? Anlamlı yaşam bu mudur? Ya ölmek? Yaşamın doğal sonucunu beklemek midir ölmek? Koca bir kanser hücresine dönüşerek, yenilen içilen her şeye sinmiş bu dünyada parça parça yaşayarak, başka bir ifadeyle, parça parça ölerek mi sona varmak... Savaşların neden çıkarıldığını bilirken bir cephede ölmek mesela! Onca çileye öteki dünya için katlanmak Çözümsüzlük. Kafalar karışık. Son otuz kırk yıldır, belki de tarihin hiçbir döneminde, bu coğrafyada yaşayan insanların kafası bu denli karışık olmamıştı.
Düşünen, dünyada ve ülkesinde neler olduğunu, neler döndüğünü fark eden insanın
en büyük açmazı, çare üretememektir. Bir
kez farkına varan insan, olan biteni görmezlikten gelemez!