Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hilal Altun

Sabitlenmiş gönderi
İnsan iyiliği hak etmelidir. Emek ve içtenliğin olmadığı yerde istek bir yaz yağmuru hükmündedir, gelir ve geçer. Gerçeğin ilk adımı hayaldir ve mutluluk tutkuyla yoğrulmuş bir çabadır. Kimse kendini dışlayarak gerçeğini değiştiremez. Hüznüne sahip çıkmayan insanın sevinci, her gün yeni bir boşluğa kapı açan bir yanılsamadır. Unutma ki, ‘hiçbir aşk düşünceye uzak değildir /hiçbir yıldız göğe.’ (Abbas Sayar) İnsanı kendi çukurundan çıkaracak olan kendi umutsuzluğudur...
Reklam
Artık apaçık bir şey vardı: Bu sorunlar çözümsüzdür diyerek hiçbir şey yapmadan oturup kalmanın, salt düşünmenin ve acı çekmenin zamanı değildi. Hemen, şu anda, çabucak bir şeyler yapması gerekirdi. Ya bunları yapacaktı ya da… — Ya da yaşamaktan büsbütün vazgeçeceksin! diye birden öfkeyle bağırdı.Uysallıkla yazgına boyun eğecek, onu olduğu gibi kabul edeceksin ve her türlü yaşama, sevme, çalışma haklarından vazgeçip, içinde ne varsa boğacaksın!
Bazen hayatta öyle karşılaşmalar olur ki, hem de hiç tanımadığımız insanlarla, bir tek sözcük bile konuşmadan, birdenbire, tek bir bakışla ilgilenmeye başlayıveririz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bütün bir aydır yoğun biçimde yaşadığı heyecan ve üzüntüden öylesine bitkinleşmişti ki, bir dakikacık için bile olsa, nasıl olursa olsun, farklı bir dünyada dinlenmek istiyordu. İşte bütün pisliğine rağmen, bu meyhanede kalmak istemesinin nedeni de buydu.
"Hem her şey insanın kendi elinde, hem de insan yalnızca korkaklığı yüzünden ne fırsatlar kaçırıyor… Bu artık yadsınamaz bir gerçek, bir belit. İlginç bir şey, acaba insanlar en çok neden korkarlar? Atacakları yeni bir adımdan, kendi söyleyecekleri yeni bir sözden herhalde… Ben de amma gevezelik ediyorum ha! Gevezelik ettiğim için de hiçbir şey yapmıyorum. Ya da şöyle: Hiçbir şey yapmadığım için gevezelik ediyorum. Gevezelik bana şu son ay içinde günlerce bir köşede yatmaktan ve düşünmekten gelmiş bir şey. Düşündüklerim de bir şey olsa bari, ipe sapa gelmez şeyler… Peki şimdi niçin gidiyorum? Yapabilecek miyim düşündüğüm şeyi? Hem ciddi bir şey mi bu? Hayır, hiç de değil. Düşlerle avutup duruyorum kendimi; oyuncaklarla! Evet, evet oyuncaklarla!”
Reklam
296 syf.
·
Puan vermedi
Hekimin Filozof Hali
Hekimin Filozof HaliKolektif
8.4/10 · 62 okunma
Yemek kültüründeki bu değişim iki boyutlu bir baştan çıkarmaya dayanıyor: Bir tarafta tatsız diyet yemekleri ve ''organik" besinler varken, diğer tarafta aşırı ka­lorili ve besleyici değeri olmayan fast-food yiyeceklere doğru bir baştan çıkarma söz konusu. İnsanlar bir birine bir diğerine savruluyor ve hayatının bir döneminde diyet yapmayan insan kalmamış gibi.
Mutlu olmanın önümüze bir hedef gibi konulması mutlu olmakta başarısız olan kişilerin bunun sorumluluğunu üstlenmeleri gerektiği yönünde bir çağrıyla el ele gidiyor, biza­tihi mutsuzluğun kendisi bir performans düşüklüğü ya da lo­serlık olarak algılanıyor. Örneğin insanlar işten çıkarıldıkları zaman mutsuz olduklarında, sanki hem işten çıkarılmak hem de bundan dolayı mutsuz olmak kendilerinin suçuymuş gibi algılıyorlar, neredeyse kendi kendilerini azarlamaları bekleni­yor. Onlara verilen mesaj şu: ''lki kere suçlusun! Hem mutlu olmayı beceremediğin için hem de mutsuz olduğun için."
Örne­ğin dünyadan, kendinden, evliliğinden veya çocuklarından şikayet etmek histerik bir haz verebilir ya da hiç durmadan ekolojik felaketlerden, dünyanın yıkımından, orman yangın­larından, türlerin yok olmasından vb. bahsetmek obsesif bi­linçdışı bir haz veriyor olabilir. Bu iddianın psikanalize aşina olmayan kişilere tuhaf görünmesi anlaşılabilir bir olgu, yani nasıl olur da insan şikayet ettiği şeyden zevk alabilir? .... Yukarıda bahsedildiği gibi, semptomların haz sağladığını ilk kavrayan kişi Freud'du, Freud semptomların bir "ikame doyum" sağladığını fark etmişti, çünkü semptomlar yorum­lansa bile geçmiyorlardı.Bu nedenle, Freud, insanın bilinç ve bilinçdışı arasında bölünmüş olduğu fikrine daha da yaklaştı, yüzeyde görünen şikayet, rahatsızlık hissi, derindeki bir doyumla beraberdi. Hatta öyle ki, bir kişinin şikayet etmeye devam etmesi, onun hayatta olduğunu, arzulamaya devam et­tiğini gösteren belirtilerden birisi bile sayılabilir. Bu kişi için tam tersi durumda, yani şikayet etmeyi bırakırsa endişelenme­liyiz. Yüzeydeki hoşnutsuzluk hissi bizi yanıltmamalı, çünkü o anda başka bir yerlerde başka bir oyun sahneleniyor.
Türetilen hastalıkların belki de en çarpıcı örneklerinden biri Sisi sendromudur; 1998 yılında bir ilaç firmasının tek sayfalık ilanıyla ortaya çıkmıştır: Depresyonun özel bir türü olduğu iddia edilen bu hastalığa önce Birleşik Krallık krali­yet ailesinden Prenses Diana'nın adı verilmek istenmiş, ancak sonradan Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth'in isminin sem­patik kısaltması olan Sisi uygun görülmüş, böylelikle insanla­ra adeta bir soylu hastalığına sahip olma imtiyazı verilmiştir. Yalnızca Alman ulusunun soylu bireylerinde görülebileceğin­den olsa gerek(!) , Almanca konuşulmayan(reklamın ulaşa­madığı) ülkelerde hiçbir Sisi sendromu vakasıyla karşılaşılma­mıştır. Bir süre sonra Münster Üniversitesi'nden Psikiyatrist Markus Burgmer, bu hastalığın bir uydurma olduğunu bildir­miştir. Bu gibi oyunlar sebebiyle sağlık sektörü, Uluslararası Şeffaflık Örgütü'ne göre maalesef en kirli üçüncü sektördür.
Reklam
Bir başka büyük tartışma alanı, genetiği değiştirme çalışmalarıdır. 1990'lı yılların sonunda ABD'deki bir araştır­ma grubu, kısırlığı tedavi etmek için, bir kadının yumurta­larının bir bölümünü bir başka kadınınkilere ekleyerek, ge­netiği değiştirilmiş insanı yarattı. Bu, gelecekte hastalıklarla baş edebilmek ve yaşlanmayı yavaşlatıp insan ömrünü uzat­mak amacıyla ortaya çıkarılacak olan organizma hedefindeki adımlardan sadece biriydi.
Japonlar, "Nido aru wa sando aru " (lki defa olan, üçüncü defa da olur) atasözüne göre hareket eder. Bu veciz atasözü bize şunu ima eder; bir komplikasyon olduğunda sebepler ortadan kaldırılmazsa, komplikasyonla tekrar karşılaşılabilir. Sorun çıktığında, ilk kaygı suçluyu bulmak olmamalıdır. Suç­luyu bulmak ve cezalandırmak belki bir adalet duygusu sağ­lar, ama problemin tekrarlanmamasını güvence altına almaz. İlk kaygı problemin tekrarlanmamasını sağlayacak tedbirlerin alınmasıdır. Suçlunun bulunması ve gerekiyorsa cezalandırıl­ması ikinci sırada gelmelidir.
Canlı bir kez doğmuştur, dünyayla buluşmuştur, ama "ken­di" olması her şeye rağmen zamana bağlıdır. Her ne biçimde olursa, ama mutlaka bir şekilde oluşurken, hercümerç (altüst) edilmesi gerekir.
Yaşamın başlangıcı karbondioksitin yüksek olmasına bağlı­dır. Yumurtada gelişen civciv, anne karnındaki bebek, aslında karbondioksit ile serpilir.
Roma döneminde "anima" nefes olarak bilinir ve ölüm için de "son nefesini vermek (efflare animam)" deyimi kullanılırmış. Yapay solunumun tıpta yer almasının sonucu ortaya çıkmış olan Yoğun Bakım servislerine Fransa'da Reanimasyon isminin verilmiş olmasının bilinçli ve anlamlı olduğunu ve bu anlamın daha tanımlayıcı nitelik taşıdığını bilmemizin de gerekli olduğunu düşünmekteyim.
Montaigne, "Ölüm hayatın sonudur, amacı değil," diyerek, sonu yaşama bağlamıştır. Ya­şamın, yalnızca yaşamayı amaçlaması gerektiğini belirtmiştir.
539 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.