Hatta bir ara sevmeyi aklımdan çıkardığım, sevgiyi aramadığım için benimle gelmediğini sanıp suçluluk duyduğum bile oldu, ama hayır, işte, sevgisi hâlâ yüreğimde duruyordu. Üstelik eskisinden de çok... Kişi kaybolsa da sevgisi kaybolmuyordu...
Sevgi hissedilen bir şeydi, bunu biliyordum; ama bir heyecanın da adı olabilir miydi? Bir kişinin adını duyunca hissedilen bir heyecanın adı?!... Hissedilebilirdi ama tanımlanabilir miydi? Onu dinlerken sevgiyi hep yanıbaşımda uzanıp beni kucağına bastırmış bir anne gibi hissettim ama o annede ne bulduğumu, kucağındaki sıcaklığın neden kaynaklandığını açıklayabileceğimden hiçbir vakit emin olamadım. Çünkü hiçbir zaman beni bağrına basan bir annem olmadı.
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdân,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık...
Ve zehir zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artik...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağrıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.