Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Nezrin Emirova

Ne zaman birini öldürmeyi düşünse karnı acıkırdı.
Reklam
Yağmur bardaktan boşanırcasına yağmasa bile, arabanızın üstüne taş büyüklüğünde dolu taneleri gibi düşmeye başladığında, kenara çekmenizin vakti gelmiş demektir. Sileceklerin ön camdaki nehirlerde kayıtsızca sağa sola gitmesinden başka bir şey göremiyorsanız, ansızın yolda olup olmadığınızdan emin olmamaya başlamışsanız ve radyonuzda parazitten başka ses yoksa kenara çekmenizin vakti gelmiş demektir. Gökyüzü karardığından beri tek bir araba bile görmemişseniz ve rüzgâr eski Honda Accord marka arabanızın ön camına çarparken, parmaklarınız direksiyonu daha sıkı kavramaya başlamışsa, kesinlikle kenara çekmenizin vakti gelmiş demektir.
"Onunla ilgili çok şey değişmişti ama biri değişmemişti; fotoğraf makinesine duyduğu ihtiyaç. Fotoğrafını çekmediği takdirde bir şeyi gerçekten görüp kavrayamıyordu. Dünyayı objektiften görüyordu. Çoğu kimse için bir şey görmedikleri, duymadıkları, koklamadıkları, tatmadıkları sürece var olamazdı. Onun için tam tersiydi; fotoğraflayana kadar hiçbir şey gerçek değildi."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Gökyüzü her zaman güzeldir. Karanlık, yağmurlu ya da bulutlu olsun, bakmak her zaman keyif verir Bu en sevdiğim şey, çünkü kaybolursam, kendimi yalnız hissedersem ya da korkarsam, tek yapmam gereken kafamı kaldırıp bakmak, ne olursa olsun orada olacak... ve her zaman güzel olacağını bileceğim.
Üzüntü ve yalanlarla dolu yeni dünyamda, bir kez daha bu umutsuz çocuk beni gülümsetmenin bir yolunu bulmuştu.
Reklam
“Bir noktadan sonra bazı insanların kalbinde kalabildiğini ama hayatında kalamayacağını anladım. Bu da benim seni kalbimde tutma şeklim.”
Eğer hissettiğim acı ve yalnızlıktan kurtulmanın bir yolu varsa o da resimlerimden geçiyordu.
İşin püf noktası sakin ve metodik olmaktı, aynı onlar gibi. Robotun huyu son iki yıldır bana bulaşmış olmalı.
Sanki geride kalacakmışım gibi bir duyguya kapılmıyorum artık. İzlerin kaybolmasından ve elimde kopuk bir sicim parçasıyla kalakalmaktan da korkmuyorum. Bütün bunlar kayboldu. Ve yavaş yavaş siyahlı adamın kendisini yakalamamı istediğinden emin olmaya başlıyorum.
"Ama bazen, birisi senin her şeyin olduğunda, yaşamak için tek nedenin onun yüzünü tekrar görebilmek olduğunda, bu başka birinin acı çekeceği anlamına gelse bile o şansın beraberinde getirdiği her tür sonucu kabulleniyorsun."
Reklam
Eğer, bugün bana "evet" cevabı verirsen, bir daha geri dönüşün yok. Sonsuza dek bana bağlı olacaksın. Tarifi mümkün olmayan bir suskunluk yeminiyle.
Benim hikâyemi öğrenmek, anlamak istiyorsan, Elisabeth, izlemen gereken tek yol var: benimki. Kelimenin tam anlamıyla. Güneydoğu Asya'da, Yengeç Dönencesi ile Ekvator çizgisi arasında bir yerlerde bir yol vardır. Siyah Kan'la çizilmiş bir yol. Korkunun ve ölümün hâkim olduğu bir yol.
Mektubun sıcaklığı bütün vücuduna yayılıyordu. Damarlarının içinde hayatın aktığını, vücudundaki en küçük noktaya dek ulaştığını hissediyordu. Mutluluk bu olmalıydı.
Derin mavi ile koyu karanlık arasındaki bu varsayımsal bağ, iyi ile kötü arasındaki bu imkânsız ilişki, benim başımı döndürüyor.
Onun ilgisini üslup çekiyordu. Satır aralarından, cümlelerin gelişiminden algılayabildiği üslup, her virgülde, korkuyu, kızgınlığı, hayranlığı hissedebiliyordu. Aynca el yazılarını da seviyordu; elin kâğıda temasını, her kelimenin sonundaki titrek heyecanı. Sanki bu kadınlar -mektupların hemen hepsi kadınlardan geliyordu-onun kulağına fısıldıyorlardı. Ya da hafifçe tenine dokunuyorlardı. Bambu yaprakları gibi. Gözlerini kapattı, kendini anılarının okşayışına bıraktı. Yapraklar. Fısıltılar. İzlenecek yol...
Benim yaram ne bir zayıflık işareti, ne de bir kusur. Bu bir güç işareti, herkes bunu görecek ve kabul edecek.
Reklam
Dinle beni! Eğer hastabakıcıyı çağırırsan, o gelmeden dilimi tamamen koparırım. (Gülümsedi, alnı boncuk boncuk ter olmuştu.) Beni dövdüğünü, bana işkence yaptığını söylerim.
Benim için bıraktığın çiçek demetlerini kurusunlar da sonsuza dek saklayayım, hep onlara bakayım diye samanlığın direklerine baş aşağı astım. Ben giderken henüz kurumamışlardı. Yıllarca uzak kaldıktan sonra eve döndüğümde hala orada asılı duruyorlardı, kararmış, pörsümüş sapları kimse fark edib oradan kaldırarak çöpe atmamıştı. Hala oradalar, örümcek ağlarıyla iyice sarıldıkları için bir zamanlar ilk sevgiliye verilen buket olduğunu benden başka kimse anlayamaz. Şimdi asıldıkları yerden alıp dışarıya çıkarıyorum onları, sonra da buketini fırlatan gelin misali sonbahar rüzgarına doğru havaya fırlatıyorum.
Kimse ismimle çağırmaz beni. Küçük çocuklar bilmezler. Her gün güneş doğarken hatırlatırım kendime, bir gün ben de unutursam diye. Judith, benim adım Judith.
Hatırlamadığım çok şey var. Düşlerimde anılar geri gelir bazen, çığlık atarım. Bazen de uyanır, karanlığın beni içine hapsettiği hissine kapılır ve artık onun yanında olmadığımı unuturum.
Asla umut yok. Ben hiçbir şeye layık değilim. Anlatacak kimsem yok, zaten ne halde olduğumu anlatmanın yolu da yok. Mümkün olsa bile uygun sözcükleri bulamazdım. Bu taşınmaz yükü hafifletmeye sözcükler yetmez. Söğüt ağacıma döküyorum içimi: Yılları elinden alınmış, itirbarı, dili, huzuru çalınmış biriyim. En kötüsü, en acımasız yanı da senin tarafından çalınmış olması.
Gece soğuk, tıpkı şırıl şırıl beni çağıran nehrin suları gibi. Mezardan çıkmışçasına onun yanından hayata, sanki doğan yeni güne döneli iki yıl geçti, buna sevinirim sanıyordum. Oysa gece ve soğuk, karanlık ve ölüler şimdi bana daha yakın. Karanlığımı bir tek seni düşünmek gideriyor. Benim dünyamın güneşisin, seni başka kadının kollarında görmeye nasıl dayanabilirim?
Reklam
Gözlerinin içine bakıp birlikte geçirdiğimiz ilk günden beri söylemeye can attığım kelimeleri fısıldadım. “Şah mat.”
Bu delilik. Bizim normal bir hayatımız olmayacak mı? Olmayacak, dedim. Hayatımızdaki hiçbir şey hiçbir zaman normal olmayacak. Normal olmak istiyorsan yanlış insanı seçtin demektir.
Onlara hiçbir şey verme. Küçücük bir bilgi kırıntısı bile onların senin zihnine girebilmenin yollarını bulmalarına yetebilir.
Gül yaprakları hafifçe çekilerek, birer birer sapından kopuyor, cılız yeşil sapı sımsıkı içine dönmüş bir tomurcuk haricinde çıplak kalana kadar yaprakları koparıyorum. Avucum yapraklarla dolunca, onları buruşturmamaya özen göstererek, beklemekte olan denize doğru ilerliyorum. Yavaşça gözlerimi kapatıyorum. Dünyanın görüntüsünü dondurmak
Dünyanın görüntüsünü dondurabileceğimi ümit ederek, yavaş yavaş gözlerimi kapatıyorum. Ve olduktan, durduktan sonra, sevgilimin orada bir yerde olacağını biliyorum, hayatlarımız birbirimizi görmezden gelmedi. Buz gibi su bacaklarıma çarpıyor ve istemesem bile, gözlerimi yeniden açmak zorundayım. Dünyanın hâlâ döndüğü, hareket ettiği, devam ettiği yere geri dönmek zorundayım.
Dünyanın görüntüsünü dondurabileceğimi ümit ederek, yavaş yavaş gözlerimi kapatıyorum. Ve olduktan, durduktan sonra, sevgilimin orada bir yerde olacağını biliyorum, hayatlarımız birbirimizi görmezden gelmedi. Buz gibi su bacaklarıma çarpıyor ve istemesem bile, gözlerimi yeniden açmak zorundayım. Dünyanın hâlâ döndüğü, hareket ettiği, devam ettiği yere geri dönmek zorundayım.
Reklam
Gül Yaprağı Kumsalı’nın öyküsünü duymuş muydunuz? Aşk uğruna tüm hayatını feda eden kadının söylencesi mi? Alabildiğine geniş, ıssız bir adayı boydan boya dolaşmış, denizde kaybolan sevdiğini aramış. Aşkı öyle olağanüstü, hayret verici, o kadar derin, güzel ve safmış ki, yürürken sahildeki keskin çakılların kestiği ayaklarından akan kan damlaları gül yapraklarına dönüşmüş ve sahil olduğu gibi kusursuz, kıpkırmızı gül yapraklarıyla bezenmiş. Gül Yaprağı Kumsalı’nın öyküsünü duymuş muydunuz? Uğruna ölmeye değen bir öykü mü?