Yalnızlığına kaç kardeşim! Büyük insanların gürültüsünden, küçüklerinse iğnelerinden rahatsız olduğunu görüyorum. Orman da kaya da saygıyla susmayı bilir..
Bir yerden sevmeye devam edebilir miydim? Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. Ya hiç sevmemişsem bugüne kadar?
Belki de ölürdüm. Belki de ölmemek için hiçbir işin sonuna kadar gitmiyordum. Böyle küçük çalışmaların üst üste eklenmesiyle doluyordu zaman. Ben de kelimeleri birbirine yapıştırarak yaratıyordum zamanı.
Fakat, mesele bu değildi; mesele, bir şeyleri sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti. Bense bunu hiç becerememiştim. Ne tabiatı ne insanları ne de olup biteni hiç sevmemiştim; kendimi bile, kendi yaptıklarımı bile.
Hemen teslim olmadım yani; fakat güzel şeylerin bir gün biteceğini biliyordum (çiçekler taze değilmiş, bir günde soldu). Bütün hayat bunlarla doldurulamazdı; bir gün düşünmek zorunda kalacaktım.
Bir palyatif bakım servis hemşiresi olarak bu kitabı okumak çok farklı hissettirdi bana, özellikle mesleğe ilk başladığım haftalarda kaybettiğimiz bir hastanın öyküsünü hatırladım okurken. Kanser hastalarının hemen hemen hepsi gerçekten gözünüzün önünde erir derler ya, o şekilde vefat ediyorlar. Buna biz hemşireler bile dayanamazken hasta yakınlarını siz düşünün… Yine son döneminde olan bir hastamız vardı daha genç yaşlarında bir kadın ve hep eşi kalıyordu yanında: Ahmet abi. Birkaç gündür tansiyonunu ilaçla yükselttiğimiz hastanın son anlarını yaşadığını hepimiz biliyorduk. Ama hala ağrıları devam ediyordu. Bir bant reçete ettirmiştik ağrıları için ve o bizim ilçede olmadığı için Ahmet abi şehir merkezine gidip aldı o bantları, üstelik hiç de makul fiyatları yoktu. Ertesi gün sabah nöbeti teslim almaya geldiğimizde hasta için mavi kod verilmiş müdahaleye rağmen dönmemişti.. Hastanın odasına hepimiz gözleri dolu girdik ağlayarak çıktık. Ahmet abinin haberi aldığında feryadı hala kulaklarımda..
Birkaç hafta sonra bizi ziyarete geldi Ahmet abi ve şu cümleleri duyduk ondan: “Olsun hemşire hanım yaşasa daha çok ağrı çekecekti artık ağrı çekmiyor.” Yani bir insanı sevmek öyle bir şey ki onsuz kalmayı, ağrı çekmediği için böylesine büyük bir olgunlukla kabullenebiliyorsun.
Kitapta eşini kanserden kaybeden bir adamın yazdığı şiirler var. Emin olun her sayfada o acıyı hissederek o sevgiyi görerek okuyorsunuz…
Kimsenin böyle acılar yaşamaması dileğiyle…
Yaşıyoruz SessizceŞükrü Erbaş · Kırmızı Kedi Yayınevi · 201612,8bin okunma
Toplum Sözleşmesi, bazı sayfalarını 2-3 kere olduğum bir kitap oldu. Öncelikle anlattıklarına bakılınca yazarın 1700’lerde yaşadığını tahmin etmek zor. Sanki günümüzde mevcut olan sorunları ve nedenlerini anlatıyor. Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu düşündüğüm için bence çok da absürt değil bu anlatılanların 1700’lerden bu yana geçerliliğini koruması.
Kitapta toplumun bir arada yaşamaya başlamasıyla ortaya çıkan yönetim şekilleri ve bunların ne gibi sonuçlar doğurduğunu biraz da ufkunuz açılarak okuyorsunuz. Yani bende öyle oldu. Çoğu düşüncesinde oldukça haklı bulduğum yazarın, özellikle din kısmını okurken “ulus ayrılığından çoktanrıcılık doğdu bundan da dinsel ve toplumsal hoşgörüsüzlük doğdu..” cümleleriyle günümüz sorunlarının temelinde yatan nedenlerden birini çok güzel anlattığını düşünüyorum.
Rousseau’nun okuduğum ilk kitabıydı, diğer kitaplarını da okuma listeme ekleyeceğim mutlaka.