Esasen nice insanın ömürleri güya ezelde gördükleri bir rüyanın tesiri altında kalarak, o rüyayı yerine getirmek için gibi geçer ve zaten belki yeryüzünde her tahakkuk eden şey de ancak evvelce görmüş olduğumuz yahut başkalarının görmüş oldukları rüyaların gerçekleşmesinden ibarettir.
Bir his fırtına gibi esip yine de hiç fırtına gibi bir his olmayabilir mi? Kişi hislerin fırtınasından bahsedince insanın kabuğunun sızladığı ve dallarının kırılacak gibi uçtuğu bir fırtınayı kasteder. Bu ise yüzeyde tamamen dinginlik olmasına rağmen yaşanan bir fırtınaydı. Hani neredeyse bir ihtida, bir altüst etme haliydi; çehresi zerre kadar değişmiyor ama içerde sanki tek bir zerre bile yerinde kalmıyordu.
Esassız ve daha yüce anlamıyla hakikatsiz bütün ifadelere dünya neden bu kadar tekinsizce iltimas geçiyordu? "Ancak yalan söyleyince bir adım ilerleyebiliyorsunuz," diye düşündü.
Ancak düzlükte yaşayan insanlar için eleştirel davranmak ve işlerine gelmeyen şeyleri reddetmek kolaydır; bununla birlikte hayat gondolunda üç bin metre rakımda bulunuyorsanız, her şeye razı olmasanız bile öyle kolay kolay aşağı inemezsiniz.
Hakiki inanç, hakiki erdem ve hakiki felsefe diye bir şeyin asla varolmadığını tarihten bilmeniz lazım; ne var ki bunlar sebebiyle husule gelen savaşlar, alçaklıklar ve çirkinlikler dünyayı verimli bir şekilde değiştirdi.
Başkaları daima ancak kendi hesaplarına uygun görüşlerine inanarak bizi kendimize göre değil, kendilerine göre muhakeme ederler, ve çok kere hakkımızda erdikleri kanaatlerin bizim hakikatlerimizle hiçbir münasebeti kalmaz.
Ekseriyetle, ilk gördüğümüz bir adamın veya bir şehrin, ilk duyduğumuz bir sözün veya bir sesin hayatımızda sonradan alacağı mevkiyi takdirle bunlara layık oldukları ehemmiyeti veremeyiz.